Pazar, Ağustos 28

*1 - Gerçek

Bugüne kadar birçok suikast işledim. Çok küçük yaşta başladım bu işe ve eğitim aldığım yerde bana öğrettikleri gibi teknolojiden uzak duruyorum. Bu benim bulunmamı zorlaştırıyor. Basit güvenlidir. Evet, iş diyorum çünkü bundan para kazanıyorum. Ama bu eskiden önemliydi. Artık her işi kabul etmiyorum. Benim de hedefime uymasını istiyorum. Birtakım sırlar öğrenene kadar hep para için öldürdüm. Öğrendiğimden beri ise sadece amacım için öldürüyorum. Tanrı beni bağışlar mı bilmiyorum ama ben öldürdüklerimin beni bağışlamasını istiyorum. Onları hiç sorgulamadan öldürdüm. Bu normal insanların anlayamadığı bir şey, öldürmek.. Onlar için söylemesi bile korkunç, oysa ben yapıyorum. “Çocukları var mı, eşi mi bekliyor evde, belki annesini ziyaret edecekti?” Bunlar geçmiyor aklımdan. Geçerse öldüremezsiniz. Herkes öldürmenin zor olduğunu sanır, hâlbuki benim işim çoğu kişiye göre daha kolay. Beni bekleyen biri yok, konuşacağım biri yok, tartışacağım biri yok, bir ismim olduğunu bile sanmıyorum. Kendimi bildim bileli bu işlerin içindeyim. Oysa onlar silah kafalarına dayalı halde bile başka şeyler düşünürler. Bu hep böyledir.

İnsanlar kendilerince haklı olduklarını düşündükleri zaman beni ararlar ve bazen liste verirler bazen de tek bir kişi. Telefonda hiç iş konuşmadım, bana isim sorduklarında hep farklı isimler verdim. Ama o sırrı öğrendikten sonra herkese aynı ismi veriyordum: Yohan Lorm! Uzun süredir herkes beni bu isimle biliyor. Ancak ne demek olduğunu bilmiyorlar. Yakında öğrenecekler.

Bu işi rahat yapmamın birkaç sebebi var en önemlisi bu işi yapabiliyor olmam diğeri ise kimsenin beni bilmiyor olması. Adeta bir hiç kimseyim. Annem, babam veya herhangi bir akrabama dair en ufak bir fikrim varsa o da birilerinin olması gerektiğidir. Bunun dışında bir şey bilmiyordum, bilmek de istemiyordum. Bu beni yavaşlatır diye düşünüyordum. Bundan otuz sene önceydi. Amerika saldırıya uğramış ve ortalık karışmıştı. Bu beni ilgilendiriyordu çünkü birbirine kızacak kişi sayısı artacaktı ve bu benim için yeni işler var demekti.

Bir cumartesi gecesi telefonum çaldı aslında uyumak istiyordum ama arayan aslında Yahudi olan Danimarkalı bir iş adamı Lucas'tı. Gerçekten çok zengin biriydi onun için daha önce de birkaç kez iş yapmıştım. Sözünde dururdu hiç paramı aksatmadı ve verdiği bilgiler kesindi. Merak edip telefonu açtım. Bana çözülmesi gerektiği bir sorununun olduğunu söyledi ve bir restoranda buluşalım istedi. Telefonda konuşmadığımı biliyordu. Ona adımın Stephan olduğunu söylemiştim. Kime hangi ismi söylediğimi hep kaydederim. Lucas’a Stephan denk gelmişti.
Paris’te güzel bir restoranda yemeğimizi yiyorduk. Paris güzel yer diye geçirdim aklımdan o sırada. O kadar yer gezmeme rağmen sonunda buraya gelmek beni rahatlatıyordu. Eğer önemli bir şey bırakacak olursam dünyaya adını Paris koyardım, kızım veya oğlum olsaydı veya başka bir şey. Şimdilik yok.
Lucas önündeki en büyük engeli bulduğunu ve onu öldürürsem kendisinin çok yükseklere çıkabileceğini söyledi. Nereye çıkacağı veya sonucunun ne olacağı benim ilgi alanıma girmiyordu. Bana ne teklif edeceğini merak ediyordum ve bana hayatımın fırsatını sundu. “Bu adamı öldür, dile benden ne dilersen!” dedi. Adamın adı Harm Yooln’du, 67 yaşındaymış. Ne kadar zor olabilir ki dedim. Bana biraz bilgi verdi. Evin nerede olduğunu, korumalarının nerelerde durduğunu, kameraların yerlerini ve adamın genelde evde bulunduğu saatleri söyledi. Bu bilgiler çok işime yarayacaktı. Yine de kendim göz atmadan hiçbir işe başlamazdım. 26 yaşındaydım ve hiç zor olmayacağını düşünüyordum. Her şeyi planlamıştım artık sadece yapması kalmıştı.
Telefonumu eve bıraktım, özel diktiğim kıyafeti giydim. Hançerimi, zehirli silahımı ceplerime soktum ve dikenli eldivenimi giydim. Bunlar eski tip silahlardı ve hançerimi hep en sıkıştığım anda kullanırdım. Ne kadar az vakit harcarsam o kadar iyi. Altı koruma vardı ve hepsini uzaktan vurdum. Zehirler saplanmıştı ve ben vaktimi bekliyordum. İki dakika sonra korumaların arasından geçip gittim. Zehir onları etkisiz hale getirmişti ayakta duruyorlardı ancak tepki veremiyorlardı. Harm’ın ters giden bir şeyler olduğunu anlamasını istemiyordum. Kapıyı açmak zor olmadı, Harm tek başına yaşıyordu ve geceleri evde yanında çalışanlar kalmıyordu. Saat 2’ye yaklaşıyordu. Bu saatlerde kitap okuduğunu biliyordum. Sessizce odasına girdim ve hançeri boğazına dayadım. Elinde Roma İmparatorluğu’na dair bir kitap vardı. Önünde kameraları gösteren küçük televizyonlar ve diğer her yer sanki kitapla doluydu. Harm’ın karşı koyacak gücü yoktu. Beni kimin gönderdiğini sordu bu retorik bir soruydu. Yine de söyledim, öldüreceğim kişilere bilgi vermekten hiç çekinmedim. Hatta çoğuna yüzümü gösterdim. Ama öldürdükten sonra onlara hiçbir şey söylemiyorum.
Harm’ın karnına dikenleri batırmıştım, yerde yatıyor ve kımıldayamıyordu. Ona da yüzümü gösterdim. Harm şoka uğramıştı bir anda heyecanlandı, ayağa kalkmaya çalıştı. Onu engellemeye çalıştım ve bu sırada yanımızdaki masaya çarptık. Birkaç şey kırıldı ve birçok kitap yere düştü. Sinirlenmiştim. Harm’ın boğazına da dikenleri sapladım. Bu birazdan onu öldürecekti.
Tek dediğim “Tanrı hepimizi bağışlasın..” oldu. Ve yanından ayrılıp pencereden dışarı çıkmak için yürümeye başladım. Sonra bir anda duraksadım, sanki bir şey gördüğümü sandım ve geri döndüm. Evet doğru görmüşüm yerde duruyordu. Elime alıp yakından baktım, şok içindeydim “Bu gerçek mi..?!”