Çarşamba, Mayıs 30

*32 - Rahatsızlık

30 Ekim 2003 * Budapeşte

Merkeze geldiğimizde yine Emre karşılamıştı bizi.

“Bir gün de başkasını göreyim karşımda. Bekleyemediler herhalde tembeller, yattılar hemen.”

“Öyle deme üstat yoruldular onlar da. Sensiz ne yapacağımızı pek bilemiyoruz açıkçası. Biraz zor oluyor eğitimler.”

“Tamam tamam savunma onları bana. Yarın eğitim nasıl olurmuş göstereceğim onlara.”

Sonra Emre çocuğu fark etti. Barış taşıyordu çocuğu, hala baygındı. Emre de şaşırmıştı.

“Üstat bu nedir? Nereden çıktı bu çocuk?”

“Bir karışıklık oldu Emre ama sorunsuz atlattık diyebiliriz. Bu çocuk da artık eğitim alacak burada. İlk birkaç gün çoğunlukla ben ilgilenirim. Adı da Matyas.”

“Sen bilirsin Üstat.”

Barış’a etrafı gezdirdim. İşlerin nasıl yürüdüğünü anlattım. Sonra ana salona geldik.

“Teknolojiyle gerçekten aran yokmuş Yohan. Gerçekten şaşkınım.”

“Onlar her şartta çözüm bulabilmeli. Onlara güçlü olmayı değil. Gücü nasıl kullanacaklarını öğretmeye çalışıyorum.”

Güç, irreligioso’nun tek başına sahip olmak istediği bir şeydi. Bense onlardan onu almak istiyordum. Kullanmak için değil, herkese eşit şans tanımak için.

Kafamdaki plan gün geçtikçe karmaşık bir hal alıyordu. Şimdi de Matyas eklenmişti. Bir süre onunla ilgilenmeliyim. Hem burada kalıp planlarım üzerinde de yoğunlaşmış olurum ayrıca eğitimleri de takip ederim.

Barış gittikten sonra yatağıma uzandım. Lisa yanına geldiğimde uyanmıştı. Elimde günlüğümü gördü.

“Ne var orada benden bile gizlediğin çok merak ediyorum Muet.”
“Bir gün öğreneceksin Lisa, burada yazanlar herkesin hayatını değiştirebilir. Zamanı geldiğinde zaten sana bırakacağım bunu. Şimdi uyuyalım hadi tekrar. Güneşin doğmasına az kaldı. Birkaç saat de olsa uyumak iyi gelir.”

***

Sabah erkenden herkes ayaktaydı. Ve kahvaltıya oturulmuştu. Matyas’ı ise yanıma almıştım. Açıkçası ne konuşacağımı da bilmiyordum.

“Her şey düzelecek Matyas. Burada olduğuna pişman olmayacaksın.”

Korkmuş ve boş gözlerle bakıyordu. Hiçbir şey hatırlamadığı belliydi. Ama yapmak zorundaydım. Öldürmek daha mı iyi olurdu diye düşünceler de geçiyor aklımdan. Ama artık çoktan kararımı vermiş ve hafızasını silmiştim.

“Matyas mı benim adım? Şu an neredeyim? Korkuyorum!”

“Evet, adın Matyas. Korkmana gerek yok burada herkes sana yardımcı olacak. Burası bir eğitim merkezi. Bir nevi kahraman yetiştiriyoruz. Sen de onlardan biri olmak ister misin? İleride tüm bunların sahibi olmak istersin değil mi? Birazdan sana buraları gezdireceğim. Ve bir süre seninle ben ilgileneceğim.”

“Gerçekten korkuyorum, hiçbir şey anlamış değilim.”

“Merak etme, zamanla alışırsın. Korkulacak bir yer değil burası. Korkutacak bir yer.”

Etrafı gezdirdikten sonra, sıra tanıştırmaya gelmişti. Herkesi eğitim alanında toplamıştım.

“Evet, gençler! Aranıza yeni biri katılıyor. Henüz 13 yaşında ama yüreğiyle bizden biri. Onun alışma sürecini hızlı atlatması için en çok sizlere ihtiyacı olacak. Çünkü vaktinin çoğunu sizlerle beraber harcayacak. Diğer ders saatinize kadar serbestsiniz.”

Sonra Emre, Andrew, Hywl ve Joseph’i çağırdım yanıma. Matyas’ı tek tek hepsiyle tanıştırdım. Yeniden doğmuştu burada. Artık her şeyi bizdik.

13 Kasım 2003 * Roma

“Kim yaptı bunları? Kim? Budapeşte’deki en büyük para kaynaklarımız ölmüş. Ve çocuk da yok ortada. Yine mi Yohan yapmış ya da suikastçılar mı? Kesin onlardan biri ama hangisi. Eskiden kimle uğraştığımızı bilirdik.”

Ta Budapeşte’deki olayın Casca’yı ilgilendirmesi ilginçti. Demek ki o normalden daha üst bir rütbeye sahipti. Artık biraz daha ilerlemek lazımdı planımda. O sırada biri konuşmaya başladı.

“Efendim hiçbir şekilde iz bırakmamışlar. Biz de onlardan biri olduğunu tahmin ediyoruz. Ama kesin bir bilgiye ulaşamadık.”

“Anladık anladık. Hiçbir şeyden haberiniz yok zaten. Yohan da ortalıktan kayboldu zaten. İki gün sonra karşımıza çıkmasından korkuyorum. Onu bulmakla da ilgilenin. Hiç önemli bir gelişme kaydeden yok mu?”

Kimseden çıt çıkmıyordu. İşte tam sırası dedim.

“Benim var efendim! Ama çok önemli olduğunu düşündüğüm için baş başa kalırsak söyleyebilirim ancak.”

“Maalesef bu mümkün değil en azından yanımda yardımcım bulunacaktır.”

O sırada kafamdan Casca’yı öldürmek geçmiyor değildi. Fakat bu cümlesiyle öldürmemek daha mantıklı geldi. Onunla yukarılara gitmek çok daha kolay olurdu. Sonra burayı suikastçılar çok rahat bir şekilde hallederdi.

“Sorun değil ancak daha fazla kişi olmazsa sevinirim. Gerçekten değerli şeyler sunacağım size.”

Casca’nın emriyle herkes dışarı çıkmıştı.

“Öncelikle Budapeşte’deki olayın sizi bu kadar ilgilendirmesi beni şaşırttı. Oralarla ilgilendiğinize göre düşündüğümden daha üst bir rütbede olduğunuza inandım ve bu yüzden bilgiyi sizinle birebir paylaşmak istedim. Size suikastçılardan iki fedai getirdim. Eminim birçok şeyi açığa çıkaracaklardır.”

“Bu gerçekten güzel bir haber. Peki bunu yapan kimdir acaba?”

“Adım Jose Adrian efendim.”

“Demek geri döndün Muet! Zaten bunu senden başkasının yapması beklenemezdi. Onların arasına mı sızdın? Yoksa onları takip mi ettin?”

“Onların arasındayım diyebilirim efendim ama tabi bir fedainin bileceği kadar bilgi bilmem zor. Onlar her şeyin içindeler. Ben de girebildiğim kadar derine gireceğim.”

“Çok güzel Adrian, yaptıkların karşılıksız kalmayacaktır.”

“Efendim bu işte daha üstlerde yer almak istiyorum. Siz de bilirsiniz ki bunu rahatlıkla yapabilirim. Ve gerçekten çok istiyorum. Benim için en güzel hediye bu olacaktır.”

“Bu bizim için de daha iyi Muet. Senin gibi istekli kişiler gün geçtikçe azalıyor. Sana vereceğim adresi ve tarihi aklında iyi tut.”

Tabi ki unutmayacaktım bunları. Ben de ona bu fedaileri bulacağı yerin adresini verdim ve oradan ayrıldım.

Artık işler değişiyordu ve içimi rahatsız eden şeyler vardı. Geç saatte de olsa acilen görüşme isteği vardı içimde en yakın ankesörlü telefondan numarayı tuşladım. Yeni uyandığı belli olan, boğuk bir ses karşıladı beni telefonda.

“Alo? Kimsiniz?”

Kelimeler zor çıkıyordu ağzımdan. Nasıl anlatacağımı bilemiyordum.

“Dorotea, acilen konuşmalıyız.”