Cuma, Nisan 27

*31 - Korkma, Zarar Vermeyeceğim

Zevkle anlatıyordu Stone. Yanıma gönderdikleri ajandan bahsediyordu. Lisa'nın çok iyi iş çıkardığından bahsediyordu. Ama anlamadığım beni neden öldürmedikleri idi.

"Haha! Demek gerçekten bilmiyorsun ha? Onu istesek çoktan öldürürdük dediğin gibi. Ama O'nu kullanmak daha mantıklı. Sahip olacağı gücü bir düşünsene. Ona verdiğimiz destek sayesinde bizim ulaşamayacağımız kimselere de ulaşacağız. Dünyayı sadece biz yöneteceğiz Muet anlamıyor musun? Ama görünürde öyle olmayacak. Sanki bir savaş var gibi gözükecek. Halbuki olmayacak. Bu bizim kurguladığımız bir oyun. Yohan da buna dahil."

Bu kadar aptal olduğuma inanamıyordum. Gerçekten beni kullanmışlardı. Ve onca destek aldığımı düşündüğüm kişiler.. Hangileri gerçekti acaba? Yoksa hepsi irreligioso'nun mu idi?

Sanırım bu oyunu devam ettirmeliyim. Çok daha dikkatli olmalıyım artık. Hızlı ilerlemeye gerek yok, eğer hızlı ilerlersem dikkat çekebilirim. Irreligioso içinde yavaşça yükselmeliyim. Bu arada da Lisa'yı bir yandan sanki çok önemli bilgilere sahipmişim gibi meraklandırmalı bir yandan da ondan hiçbir şey saklamadığımı düşündürmeliydim.

"Evet, hiç bu açıdan düşünmemiştim. Birilerini öldürmektense kullanmak daha mantıklı."

Stone ile bir süre daha muhabbet ettik. Sonra aklıma Dorotea geldi. Aklım karmakarışık ve duygularım alt-üst olmuştu. Dorotea'nın bunu giderebileceğini düşündüm. O'nun etrafında sanki bir huzur alanı vardı. Beni tamamen sarıyordu.

Bir moda dergisinde çalışıyordu Dorotea. İçeri girdiğimde bir kadın karşıladı beni.
"Nasıl yardımcı olabilirim Beyefendi?"

Acaba böyle diyaloglara girmeyeli ne kadar olmuştu? Kekeleyerek konuşuyordum sanki. Bir yandan da etrafı gözetliyordum.

"Ee.. Ben.. Dorotea ile görüşecektim."

"Peki efendim, isterseniz oturun şöyle. Ben haber veririm kendilerine. Kim geldi diyeyim?"

"Yohan.."

İşte saçmaladığım an. Neyse ki kısmıştım hemen sesimi çok bir şey anlamadı kadın.

"Efendim tekrar söyler misiniz?"

"Jose, Jose Adrian."

Bir süre sonra kadın kendisini takip etmemi söyledi. Anladığım kadarıyla üst düzey bir konuma sahipti. Odasına girdiğimde beni ayakta karşıladı.

"Hoş geldin Adrian. Ne diyeyim açıkçası beklemiyordum bir daha gelmeni."

"İşim vardı buralarda. Gelmişken yanına uğrayayım dedim. Belki bir şeyler yer içeriz ve biraz da muhabbet ederiz diye. Ama anladığım kadarıyla işler yoğun."

"Evet, bazı zamanlar böyle oluyor işte. Dergiyi yetiştirmek için oradan oraya koşturuyoruz. Böyle geç saatlere kalabiliyoruz bazen."

Kısa bir konuşmadan sonra dışarıda bir restorana gittik. Haliyle muhabbet muhabbeti açtı ve kaçınılmaz soru geldi.

"Ee Adrian, sen ne iş yapıyorsun hiç söylemedin?"

"Ben.. ee.."

"Telefonun yok, sürekli seyahat ediyorsun, teknolojiyle aran yok. Bir akraban var mı acaba ondan bile şüpheliyim."

"O yüzden senin yanındayım ya."
"Haha! Komik olma Adrian. Yoksa bir ajan falan mısın sen?"

İçki de fazla gelmişti anlaşılan. Daha bir gevşemişti Dorotea. En iyisi onu eve bırakmaktı artık. Hem bu sorulardan da kurtulmuş olurdum.

Evine geldiğimizde vedalaşırken sarıldı bana.

"Kim olduğunu bilmiyorum ama seni seviyorum Adrian. Sanki seninle sonsuza kadar yaşayabileceğimi hissediyorum. Ne olur geri gel.."

"Merak etme Dorotea, aynı hislere sahibim."

Hayatıma yeni biri giriyordu, hatta girdi. Dorotea. Ama nasıl yürütebilirim bilmiyorum. Ne kadar dayanabilir ki? O, normal bir hayata sahip. Acaba bir daha hiç uğramamalı mı, yoksa gittiği yere kadar zorlamalı mı?

***

29 Ekim 2003 * Budapeşte

"Yohan! Yohan! Bu taraftan giriyorum!"

Kulaklıktan Barış'ın sesini duymuştum. Sonra onların olduğu tarafı gördüm. Sanırım oradan bir giriş bulmuştu. Bunlar irreligioso hakkında önemli bilgilere sahip iki kişi idi. Evli gözüküyorlardı ama ben hiç de öyle olduğunu sanmıyorum. Genelde gizlenmek için yapılan bir yöntem. Bazıları evlatlık çocuk da alıyorlar. Dışarıdan şüphelenilmesinler diye. Bunlar irreligioso'nun para kaynakları da diyebiliriz. Olay çok basitti içeri girip iki kişiyi öldürüp, istediğimizi alıp çıkacaktık. İçeri girdik, ben hemen ikisine de zehri vermiştim. Sonra Barış diğer odaları gezmeye başladı. Ben de yatak odasını araştırıyordum. O sırada bana doğru yaklaşan ayak sesleri duyuyordum. Arkamı döndüğümde kapıda duran çocuğu gördüm. Parmaklarıyla gözlerini ovuşturuyor ve bir yandan da babasına sesleniyordu.

Anında fırladım üstüne çocuğun ve o manzarayı görmesini engelledim. Allah kahretmesin! Bu çocuk da nereden çıkmıştı şimdi. Bunların çocuğu yok diye biliyorduk. Barış'a bir şeyler bulup bulmadığını sordum.

"Birkaç şey buldum ama yeterli olur mu bilemiyorum?"
"Tamamdır, sen aramaya devam et. Burada bir sorun çıktı. Ama aşağı gelmene gerek yok."

"Emin misin Yohan? Birileri mi geldi?"

"Hayır hayır o tarz bir sorun değil. Sen aramaya devam et. Ben sorunu halledince sana haber veririm."

Sonra çocuğa döndüm, sessiz olmasını ve sorularıma cevap vermesini istedim.

"Evet, öncelikle korkmamalısın. Sana zarar vermeyeceğim. Buradan birkaç bilgi almamız gerekiyordu ama sen hiç planımızda yoktun. Kaç yaşındasın sen?"

Çocuğun ağzından zar-zor çıkıyordu harfler.

"O.. On.. Üç.."

"On Üç.. güzel. Peki içeridekiler annen ve baban mı?

"Ee.. eve.. evet.."

"Gerçekten annenle baban mı onlar? Yoksa sen evlatlık mısın?"

"Ev.. evlat.."

"Tamam, anlaşıldı evlatlıksın. Ve son olarak adın nedir?"

"Ma.. Matyas"

"Tamam Matyas, şimdi yaklaş bana doğru. Korkma zarar vermeyeceğim sana. Seni burada bırakamam. Daha güvenli bir yere götürmeliyim. Orada yeni bir aile bulacaksın kendine."

Sonra bayılttım tabi ki Matyas'ı. Ama bu sadece bayılma değildi tabi ki. Olanları unutması gerekiyordu. Sonra Barış'a işimi hallettiğimi söyledim. Yanıma geldiğinde baygın bir çocuk görünce şok olmuştu.

"Hey Yohan ne yaptın sen? Bir çocuğu mu öldürdün?"

"Sakin ol Barış! Tabi ki öldürmedim. Bir anda arkamda belirdi çocuk. Onu burada bırakamam. Eğitime götüreceğim, artık o bizden biri olacak."