*40 - Requiescat in Pace, Father
21 Şubat 2010 * Palma
de Mallorca
"Üstat, dört seneyi geçti ama hala
hiçbir şey söylemedin bize. Yoğun bir döneme, savaşa hazır olmamızı istemiştin.
Ama hiçbir şey olmadı. Bu beni endişelendiriyor Üstat. Tabi sadece beni de
değil herkes endişeleniyor. Eskiden çok fazla iş yapardık. Şimdi ise sadece
eğitim yapıyoruz ve yayılıyoruz. Bu sence de garip değil mi? Eskiden bu kadar
kolay değildi hiçbir şey."
"Haklısın Emre artık her şey çok
daha kolay. Ve hiçbir şey sebepsiz olmadığı gibi bu da sebepsiz değil. Şimdi
sana nedenini anlatacağım. Bu işi bitirmemde arkadaşın Barış'ın çok yardımı
oldu. O'na ve ekibine çok şey borçluyuz. Yakında sizi bırakmak zorundayım Emre
bu yüzden eğer onların bir isteği olursa yardım etmekten geri durmayın."
"Hayırdır Üstat, neden gidiyorsun?
Nereye gidiyorsun?"
"Biliyorum Emre, onlar beni
arıyorlar. İrreligioso dışında bir ekip var. Daha doğrusu onlara ne diyeceğimi
bilemiyorum fakat kitabın peşindeler. Fakat o kitabı doğru kişi haricinde
kimseye veremem."
"Doğru kişi kim Üstat?"
"Keşke bilebilseydim Emre. Fakat
belki de sizlerden biridir. Gerçeğin ve iyinin peşinden koşun her zaman. Ben
yakında ayrılacağım sizden ve o gün size bir miras bırakacağım. Ve bunları sana
söylüyorum çünkü aralarında en aklı başında sensin Emre. Bunlar ikimiz arasında
kalacak. Ta ki ben gidene kadar. Fakat
nereye gideceğimi söyleyemem."
"Peki bu dört yılda ne değişti
Üstat."
"Sana tüm dört yılı değil ama
nasıl bittiğini anlatayım Emre. Artık irreligioso'nun başında ben varım. Fakat
onlar bunu bilmiyorlar. Yakında sizinle son bir göreve çıkacağız. Ondan sonra
her şey bitecek Emre. Başka bir yere taşınacaksınız. Ben de o sırada sizden
ayrılacağım. Sakın kimseye bir şey belli etme. Arkamdan da kimse gelmesin. Bunu
sağlamanı istiyorum Emre. Bu benim için çok önemli."
Aslında benim için değil Dorotea için
önemliydi. Çünkü bugün ondan mesajımı almıştım. Artık bu yaşama son veriyordum.
Sadece birkaç ay en fazla bir yıl. Daha fazla uzamasını istemiyordum.
16 Ağustos 2008 * Madrid
Casca defalarca denemesine rağmen
bizden birilerini öldüremediği gibi yeni yerlerimizi de tespit edememişti.
Fakat biz onu bulmuştuk. Yine Barış ile beraber çalışıyordum. Casca burada
şehirden uzakta bir eve merkez kurmuştu, daha doğrusu bir malikane. O da
Münih'ten taşınması gerektiğini biliyordu. İçeride yaklaşık yirmi kişi olduğunu
söylemişti Barış. Casca'nın kaçmaması için çok fazla kişi gelmiştik ve her
çıkış noktasına iki kişi yerleştirmiştik ve dışarıda belli noktalarda keskin
nişancılar vardı. Casca bu sefer kurtulamayacaktı.
Önce beş kişilik bir ekip girişteki
korumaları sessizce indirdiler. Her yerde kamera olduğunu biliyorduk ama bu pek
de önemli değildi. Görmeleri daha iyiydi hatta. Telefonlarını da çalışmaz hale
getirmiştik. Çaresizce içeriden bizi izleyecekti Casca ya da kaçmayı
deneyecekti. Korumaları atlatıp eve doğru yürürken kapının önüne yavaş yavaş
bir set çekildiğini görüyorduk. İçerideki tüm korumalar kapının önüne dizilmiş
yaklaşmamızı bekliyorlardı.
Bir kısmımız yerde sürünerek
ilerliyorduk. Karanlıkta bizi göremiyorlardı. İyice yaklaştığımızda keskin
nişancılara ateş açmasını söyledim. Altı yedisini yere düşürdüler ve o sırada
korumalarda panik oluştu. Etraflarına bakıyorlar ve nereden ateş edildiğini
bulmaya çalışıyorlardı. İşte tam zamanıydı. Biz de yerden kalkıp hızlı bir
şekilde gizli bıçaklarımızı saplamıştık. Artık içeri girme vaktiydi. Son bir
kez daha uyarmıştım herkesi Casca'yı kaçırmamak için. Fakat Casca'nın da
kaçmaya niyetinin olmadığını gördüm. İçeri girdiğimizde hemen karşıdaki odada
oturmuş bekliyordu. Kimseye ateş etmemesini söyledim. Ben de Casca'nın
karşısına oturdum.
"Sonun geldi artık Casca, böyle
olacağını hepimiz biliyorduk. Yine de bugüne kadar karşınıza kimse çıkmadığı
için sizleri suçlayamam. Güce sahip oldukça daha fazlasını istediniz ama artık
bitti. Diyeceğin bir şey varsa de, yapacağın bir şey varsa yap. Çünkü
seni.."
“Öğrendiğin her
şey yanlış Yohan, gördüklerin yanılsama, hatta sevdiklerin bile. Bu oyunun
içinde kayboluyorsun, kaybediyorsun fakat farkında değilsin. Her şeyin senin
açından iyi gittiğini sanıyorsun. Yorulduğunun ve göremediğinin farkında
değilsin. Gerçeğin ne olduğunu bilmek ister misin?”
Casca son
anlarında ne yapmaya çalışıyordu, beni vazgeçirebileceğini mi düşünüyordu
acaba. Gerçi yalan söylüyor gibi durmuyordu, kendinden emin gözüküyordu.
“Eğer beni
öldürmezsen sana tüm gerçeği anlatmanın yanında tüm bu düzeni kontrol etme
yetkisini de bırakırım. Ancak sen eski haline getirebilirsin bu düzeni. Bunu
sen de biliyorsun.”
Zor karar
anlarından biriydi. Öldürünce bu iş bitecek miydi? Yoksa düzenin başına
geçersem mi biterdi? Ben de o güce kaptırır mıydım kendimi acaba? Birçok
cevapsız soru. Casca tekrar konuşmaya başladı.
“Bazen aydınlık gizler insanı, fark
edemezsin hiçbir şeyi. Ben senin babanım Yohan. İzin ver de artık her şeyi
açıklayayım!”
Fakat buraya gelene kadar birçok şey
olmuştu. Hayatımda yaşadığım ilginç olaylar beni buraya kadar sürüklemişti. Ve
her geçen gün bir şeyleri açığa kavuşturmak veya bitirmek yerine yeni sorular
ve başlangıçlar oluyordu. Yaşadığım hayatın efsane olduğunu veya benim bir
kahraman olduğumu düşünenler var. Oysa tek yaşadığım boşluk. Onca uğraş, onca
çaba, ölü insanlar, gereksiz bir savaş. Buna son veremiyorsun. Çünkü bu düzen
gerekli, birilerinin bu düzeni sağlaması gerekiyor. Yoksa dünyada gerçek bir
kaos olurdu. Din, dil, ırk, para, siyaset, devlet.. bunların hepsi insanların
ihtiyacı veya doğuştan sahip olduğu şeyler. Fakat hepsinin insanlar üzerinde
etkisi var. Bu savaşı bu düzeni insanlar farkında olmadan istiyorlar ve
kabulleniyorlar. Herkesin farklı bir isteği ve farklı bir görüşü var. Bunu fark
eden insanlarsa bu düzeni kuranlar. Ve bu düzen insanlar var olduğu sürece var
olacak. Bunu engellemeye kalkınca anlıyorsun. Tüm insanlığı yok etmen
gerektiğini.
"Tamam açıkla bakalım ne
açıklıyorsan. Fakat önce yetkimi alayım."
Yetkiyi almıştım ve açıklamaya
başlamıştı.
"Ben de aslında sizler gibiyim.
Yani annen, amcan ve diğerleri. Kutsal Roma soyundan yani. Ve annen ile
evlendiğimizde bunu ikimiz de biliyorduk. İkimizin de gizli yanı vardı. Fakat
aynı olması sorun olmuyordu. Ta ki Harm o kitabı ortaya çıkarana kadar. Henüz
4-5 yaşlarındaydın fakat kitabı anlayabiliyordun. Okumanı geçtim doğru düzgün
konuşamazken bile orada yazan şeyleri aktarman senin farklı olduğunu
gösteriyordu. Ve o zaman seni eğitmemiz gerektiğini düşündük fakat bunu biz
yapamazdık çünkü çok zayıflamıştık ya da birbirimizden haberimiz yoktu.
Anlayacağın düzenimiz tamamen dağılmıştı. Ve seni dünyadan tamamen sildik ne
kimlik ne annen ne baban hiçbir şeyin yoktu. Bir kazada ölen kişiler
arasındaydın. Ve ben de onların arasına katılmıştım seni korumak için. Bunca
yıl bir yandan seni koruyor ve gelişmeni izliyordum. Bugünün gelmesini
bekliyordum. Ben de onların içinde ilerledim fakat bunu yapmam için mecburen
sana karşı gelmem gerekiyordu. Bu yüzden beni affetmeni istiyorum. Tüm bunların
bitmesi için bunları yapmam gerekiyordu ve seni korumak için tabi ki. Halbuki
defalarca seni yakalayabilirlerdi. Her seferinde engel oldum. Lütfen bana inan
Yohan, ben senin babanım! Bunun böyle bitmesi gerekmiyor."
"Sana inanıyorum Casca fakat senin
inancın değişmiş anlayışın değişmiş amacın değişmiş. Gücün karşısında
ezilmişsin ve yenik düşmüşsün."
"Yapma Yohan öldürmene gerek yok
beni! Zaten artık hiçbir şey yapamam. Tüm bu düzeni bitirdin. Sen ile ben baba
ve oğuluz Yohan aynı kanı taşıyoruz."
"Fakat aynı kişi değiliz
baba!"
Ve kalbine bıçağımı sapladım.
"Veniam peto, father. Beneficium
accipere libertatem est vendere, hominem te memento. Requiescat in pace
father."
*41 - Yohan Lorm(Final)
21 Şubat 2010 * Palma de Mallorca
"İşte böyle Emre. Fakat daha sonra
ben bu kitabı parçalara ayırdım yani sayfa sayfa ayırdım ve her sayfasını
gittiğim yerlerde sakladım. Günün birinde birileri bulsa bile en azından bir
parçasını bulmuş olur. "
"Peki Üstat aramızdaki hain
kimdi?"
"Onun daha zamanı var Emre. Ama az
kaldı öğreneceksiniz."
"Üstat gerçekten ne diyeceğimi
bilemiyorum. Neden gizledin ki bu kadar şeyi bizden. Yardım edebilirdik
sana."
"Biliyorum fakat sizi bunun içine
çekmek istemedim. Benim yüzümden başınıza gelebilecek şeyler pişmanlığım
olurdu."
19 Mayıs 2010 * Budapeşte
Casca öldüğünden beri kontrol benim
elimdeydi. Onlara kendimi Aquilus olarak tanıtmıştım. Ve oradaki kişilerin son
etkili kişiler olduğunu bildiğim halde görevler veriyor sürekli topluyor ve
irreligioso'nun büyüklüğünden bahsediyordum. Hiçbir şeyden habersiz denilenleri
yapıyorlardı. Son bir mekan daha kalmıştı yarın oradakileri de halledecektik.
Fakat karşıma diğer ekipten biri çıkmıştı: Kevin.
O irreligiosolu değildi. O da
diğerlerindendi. Kitabı yazdıklarını söyleyen bir grup vardı. Moskova'da
kitabın bir sayfasını saklarken aniden belirmişlerdi. Orada mı yaşıyorlardı
yoksa takip mi etmişlerdi bilemiyorum ama kitabı almak istediler ve beni
arayacaklarını söyleyip aniden
kayboldular. Kevin da seni bulacaklarını biliyorsun diyerek onları kast
etmişti. Çünkü irreligioso diye bir şey kalmadığını biliyordu.
11 Temmuz 2010 * Budapeşte'den Prag'a
Prag'a az kalmıştı ve son kez
dinleniyorduk. Emre'yi uykusundan uyandırdım.
"Emre ben artık ayrılıyorum sana
bahsettiğim gibi. Bunu da çantana koyuyorum. Bu günlük size vedam olsun. Lütfen
Mallorca'da konuştuklarımızı unutma. Her zaman birbirinize sadık kalın
Emre."
26 Eylül 2010 * Budapeşte
Burada bitmişti günlük ve en arkada da
bir harita vardı. Fakat günlük bittiği gibi Matyas Emre'nin yanına gitti.
"Buraya geldiğinizde beni sen
durdurdun Emre. Onu bulabilirdim en azından bir veda edebilirdim! Neden bunu yaptın?
Neden? Her şeyi biliyordun ve hepimizin meraklı soruları arasında bize oyun
oynadın! Senden nefret ediyorum!"
Bağrışmaları duyan Hywl, Joseph ve
Andrew de onların yanına geldi. Odanın dışında da öğrencilerin meraklı
bakışları vardı.
"O kitapta ne yazdığını bile
bilmiyorum Matyas. Ama sanırım Üstat ikimizin arasında geçen konuşmaları
yazmış. Eğer öyleyse neden size bir şey anlatmadığımı anlamanız lazım. Üstat
bunu istedi özellikle. Gitmesi gerekiyormuş ve gitti. Ben Üstat'ı sorgulamam,
kendisi için iyi olan şeyi yaptığını düşünüyordu ve ben de onu destekledim her
zaman yaptığım gibi. Onun peşinden gitmemiz onu sıkıntıya sokacaktı. Hem de
artık kendi gerçeğimizi aramamızı istiyordu. Dünyayı kirli oyunlardan kurtardı
ve kendi amacına ulaştı. Fakat iki gün sonra yine aynı kişiler çıkacak ve
tekrar bu savaş başlayacak. Asıl nokta şu ki siz neye inanıyorsunuz, amacınız
ne? Üstat her zaman bunu istedi bizden, ne onu korumamızı ne onun peşinden
gitmemizi ne de onun dediklerini yapmamızı. Şimdi Matyas eğer hala benden
nefret edeceksen beni çekmek zorunda değilsin. Ayrılırım bu düzenden olur
biter."
"Tamam tamam sakin olun. Emre
haklı Matyas. Tamam hepimiz isterdik Emre'nin bize bunları açıklamasını ama
Üstat ondan bir şey istemiş. Hangimiz olsa aynısını yapardık."
Andrew'ni söylediklerinden sonra biraz
daha sakinleşti Matyas. Emre'den özür diledi ama onun peşinden gideceğini de
ekledi.
3 Ağustos 2037 * Arrecife
Matyas kapıyı çaldı ve her sefer olduğu
gibi bu sefer de onu bulmuş olma umuduyla bekliyordu. Fakat bu sefer daha
farklıydı sanki emin gibiydi. Bu evi bu yeri daha önce görmüştü, rüyasındaydı
sanki ama emin değildi. Artık yorulduğunu da hissediyordu neredeyse 30 yıldır
arıyordu ama hala bulamamıştı. 47 yaşına gelmişti ve ömrünün çoğunu yollarda
harcamıştı. Bunları düşünürken kapı açıldı ve ufak bir kız açtı kapıyı.
Tahminen 5-6 yaşlarındaydı. Matyas galiba bu sefer de yanlış diye düşündü ama
yine de sordu. Fakat küçük kız anlamadığı için dedesine bağırarak tekrarladı.
"Dede, kapıda bir amca var Yohan
diye birini arıyormuş."
Matyas içinden o kadar yaşlı
görünüyorum demek ki dedi. Küçük kızın dedesi kalkıp geldi içeriden fakat
telaşlıydı. "Burada Yohan diye biri yok" diye bağıra bağıra geliyordu.
Tam kapıyı kapatacaktı ki aniden Matyas'ın elindeki günlüğünü ve kitabı gördü.
"Matyas? Gerçekten sen
misin?"
"Üstat! Sonunda buldum seni."
Birbirlerine sarıldılar ve Matyas O'na
her şeyi anlattı. Nerelere gittiğini, kitabı birleştirdiğini ve sonunda O'nu
bulduğunu.
"Ama en ilginci ne biliyor musun
Üstat? Ne kadar şaşkınsam artık seni aramak için polislere gittim. Fakat böyle
birinin olmadığını söylediler. Yohan Lorm diyorum herkes bana garip garip
bakıyor o bir çizgi roman karakteri diyorlar. O zaman Jose Adrian diyorum öyle
biri yok diyorlar. Hiçbir yerde kaydın yok Üstat hatta sanırsam hiçbirimizin
yok. Bu dünyada hiç yaşamadık aslında Üstat. Daha sonra o haritadaki noktaları
fark ettim ve her birinde o sayfaları buldum. Yani kitabı buluyordum. Ve
hepsini tamamladığımda bu evi gördüm. Nasıl oldu bilmiyorum ama burayı gördüm."
"Söyledikleri kişi sensin Matyas.
Bu kitabın sahibi sensin. Doğru kişi sensin Matyas. Bu kitabı iyi kullan. Benim
sana verebileceğim her şey o günlükteydi zaten. Ve benim de yakında gideceğimi
söylüyorlar. Ama nasıl bilmiyorum Matyas."
O sırada Dorotea geldi içeri.
"Hoş geldiniz. Misafirimiz
olduğunu bilmiyordum Teddeo."
"Çok eskiden bir dost Dorotea.
Uzun bir yol çekmiş beni bulabilmek için."
Dorotea Yohan'ın o günleri özlediğini
biliyordu. Fakat böyle çok daha mutluydu Yohan. Zamanını tamamen sevdiklerine
ayırıyor ve kaybetme korkusu olmadan yaşıyordu.
Matyas ise birkaç gün daha kaldıktan sonra
oradan ayrılmaya karar verdi. Aradığı şeyi bulmuştu ve artık yoluna devam
edebilirdi. Matyas gezgin olmayı seçmişti. Gemiye kadar beraber gittiler, birbirlerine
sarıldılar ve ikisi de ağlıyordu. Bu hem mutluluk hem üzüntü dolu bir
ağlamaydı. Yaşadıkları hayatlar onları yormuştu ama sonunda başarılı olmuşlardı
ya da öyle sanıyorlardı. Fakat ellerine ne geçtiğini bilmiyorlardı. Sadece
inandıkları şeyin peşinden koşmuşlardı. Matyas gemiden Yohan'a bakıyordu. Gemi
hareket etmeye başlamıştı ki Yohan'ın arkasından yaklaşan birini gördü. Son ses
bağırıyordu ancak Yohan duymamıştı.
Yere yığıldığında ise ne kan çıkmıştı
ne de bir belirti, Yohan Matyas'ı görüyordu sonra etrafında bir kalabalık
oluştu. Sonra her şey kararmaya başladı. Öldürdüğü onca insan geliyordu gözlerinin
önüne. Matyas ise onların öldürdüğünü anlamıştı. Matyas sayesinde gelmişlerdi
buraya.
"Özür dilerim Üstat! Affet beni!
Peşinden gelmemeliydim, sen haklıydın, Emre haklıydı! Keşke bunların hiçbirini
bilmeseydim! Affet beni Üstat!"
Yohan bunları duymuştu. Fakat bu sefer
geri dönüş yoktu. Son bir isteği vardı ve o da gerçekleşmişti. Çocukları
Dorotea ile Yohan'ı Paris'e gömmüşlerdi. Mezarlarında Yohan'ın babasına
söylediği sözler yazıyordu.
"Beneficium accipere libertatem
est vendere, hominem te memento. Requiescat in pace."