Cuma, Haziran 15

*34 - Güzel Haber

13 Kasım 2003 * Roma

Sımsıkı sarıldım ona. İnanması zor ama ağlıyordum. Bunu ona nasıl açıklayacağımı bilemiyordum. Ve ne karar vereceğini de.

"Her zaman güzel haberler almayız değil mi?"

***
18 Temmuz 2010 * Prag

Emre'nin aklına Üstat'ın çantasına koyduğu o sıvı geldi aklına. Bir anlam verememişti en başta ama şimdiyse bu yazıları göstermek içindir diye düşünmüştü. Matyas işe yaradığını söyleyip teşekkür etti Emre'ye.

"Bu arada Joseph ile Hywl nerede?"

"Sadece Prag'ta olmadığımızı biliyorsun değil mi Matyas?"

Matyas'ın tamamen aklından çıkmıştı diğer yerler. Yohan'ın neden ona liderlik vermek istediğini anlamıyordu. Ya da gerçekten vermek istiyor muydu? Neye güveneceğini bilmiyordu Yohan hakkında. Uykusu da kaçmıştı. Biraz daha okumak istedi günlükten.

***
13 Kasım 2003 * Roma

“Alo? Kimsiniz?”

Kelimeler zor çıkıyordu ağzımdan. Nasıl anlatacağımı bilemiyordum.

“Dorotea, acilen konuşmalıyız.”

Telefonu kapattım ve evine doğru gidiyordum. Sabah olmak üzereydi. Bana inanması için dua ediyordum. Ama nasıl inanacaktı ki? Ona her şeyin gerçek olduğunu söyleyecektim.

Kapıyı açtığı gibi sımsıkı sarıldım ona. İnanması zor ama ağlıyordum. Bunu ona nasıl açıklayacağımı bilemiyordum. Ve ne karar vereceğini de.

"Her zaman güzel haberler almayız değil mi?"

"Ne oldu Jose? Neden ağlıyorsun?"

"Bunu nasıl anlatacağımı bilemiyorum Dorotea ama bana inanmanı istiyorum."

"Sana güveniyorum Jose. Her ne kadar garip biri olsan da."

"Bu öyle bir şey değil Dorotea. Benim deli olduğumu düşüneceksin. Ama seni seviyorum. O yüzden şansımı deneyeceğim."

"Söyle artık Jose beni telaşlandırıyorsun."

"Uçaktayken, yani seninle ilk konuştuğumuz zaman. Hatırlıyorsan senin elinde gördüğüm çizgi romandan konu açmıştım."

Nereye varmak istediğimi merak ettiği için hızlandırmaya çalışıyordu.

"Evet, yani?"

"Orada şaşkınlığımdan ötürü konuyu açtım. Çünkü bir çizgi romanım olduğundan haberim yoktu."

"Ne demek yani haberin yoktu? Anlayamadım yoksa çizgi roman falan mı yazdın sen?"

"Hayır yazmak değil, yaşamaktan bahsediyorum."

O sırada gülmeye başladı Dorotea.

"Jose, bu muydu acil dediğin şey. Beni kandırmayı başardın. Tabi ki herkes Yohan Lorm olmak ister. Ben de efsane olmak isterdim."

Bense hala ağlıyordum. Dorotea ciddi olduğumu anlamıştı.

"Ama sen şaka yapmıyorsun sanırım. Gerçekten Yohan Lorm sen misin?"
"Maalesef, evet."

Dorotea inanmakta güçlük çekiyordu.

"Sen.. yani.. nasıl.. o romandakilerin hepsi gerçek mi?"

Hepsinin gerçek olduğunu anlattım. Neler olduğunu, neler yaptığımızı oralarda olmayan ayrıntıları. Bana inanması için her şeyi deneyecektim.

"Ben.. gerçekten şoktayım Jose.. ya da Yohan.. her neyse. Sen sen nasıl böyle yaşayabiliyorsun? Senin birini öldürmeyi bırak yaralayacağın bile aklıma gelmezdi. Şimdi ise bir ölüm makinesi olduğunu öğreniyorum. Jose ciddi misin bu konuda? Gerçekten şizofren falan olduğunu düşünmeye başladım."

Odada dolanıp duruyordu ve sesi titremeye başlamıştı. Ona esas gelme sebebimi söyledim.

"Dorotea, başladığım işi bitirmem gerekiyor. Ama ondan sonra senle olmak istiyorum. O yüzden buraya geldim. İşler daha da ilerliyor ve eğer burada kalırsan seni tehlikeye atmış olurum. Seni güvenli bir yere götürmek istiyorum. Ve tüm bu işi bitirene kadar orada güvende kalmanı sağlayacağım. Lütfen bana güven Dorotea."

Dorotea da ağlıyordu. Öğrendiklerinden sonra şoktaydı. Yüzüme bakmadan konuşuyordu.

"Düşünmem lazım Jose. Şimdi çıkmanı istiyorum polisleri aramadan önce."

"Seni tekrar arayacağım Dorotea. Seni seviyorum."

"Git artık Jose. Fikrimi değiştirmeden git."

Dışarı çıktım ve akşama kadar ne yapacağımı bilemeden dolandım. Ve kafamda bir ton soru vardı. "Yine hata mı yapıyordum. Beni sürekli tanıyan biri daha olacaktı. Ya birilerine haber verirse. Ama ona kimse inanmazdı. Tıpkı onun da bana inanmadığı gibi. Belki de inandı. Bilmiyorum. Sadece kabul etmesini istiyorum."

Beni Lisa'dan ayırdıkları gün geldi aklıma.

***
27 Haziran 1992 * Amsterdam
Henüz 17 yaşında idim ve buradan ayrılmama üç sene kalmıştı. Daha doğrusu ben öyle düşünüyordum. Eğer bir sorun çıkarmazsam üç yıl sonra eğitimimi tamamlayacaktım. Ama bir sorun çıkmıştı: Lisa.

Zaman zaman buluşmamız ve birbirimize yakın tavırlarımız dikkat çekmiş olacak ki hocalarımızdan Boakye beni odasına götürdü ve yanındaki iri yarı iki adama beni tutmalarını söyledi. Sonra da odasında bulunan televizyonu açtı. Gördüklerimden sonra adeta sinir küpü olmuştum. Deli gibi çırpınıyor ama hiçbir şey yapamıyordum. Sonra hocamız kalkıp yanıma geldi ve karnıma sağlam bir yumruk attı.

"Umarım dersini almışsındır Muet! Bunları ileride zor durumda kalmaman için yapıyoruz. Olay daha ileri gitmeden bitmeli."

Dersimi almıştım hem de fazlasıyla. O günden sonra Lisa'yı hiç görmedim. Öldüğünü bile düşünmüştüm. Gerçekten dövüyorlardı, o beden nasıl dayanabilirdi ki? Ama orada aşkım bitmemişti. Aksine daha da artmıştı. Fakat acı da artmıştı.

***
13 Kasım 2003 * Roma

Ben geçmişe dalmışken vaktin bu kadar hızlı geçeceğini düşünmemiştim. Akşam olmuştu ve Dorotea'yı aramam gerek dedim. Yine bir ankesörlü telefondan aradım ve benim aradığımı bildiğine emindim. Telefonun açılmasıyla birlikte içime umut doğmuştu.

"Dorotea, benimle misin?"

"Her zaman güzel haberler almayız değil mi, Jose?"

Kelimeler boğazımda düğümlenmeye başlamıştı.

"Yani, kabul etmiyorsun.."

O da ağlamaya başlamıştı.

"Üzgünüm Jose. Hayatımı öyle devam ettiremem. Sana aşığım seni seviyorum ama bu bu çok garip."

"Yine de her sene senden cevap bekliyor olacağım. Telefonunun altına bir kağıt bıraktım. Her şey orada yazıyor. Seni seviyorum Dorotea, daima."

Sesi iyice kısık geliyordu.

"Güle güle Yohan."

Bunu daha önce de duymuştum. "Güle güle Yohan.." Telefonu kapattım. Gözlerim dolmuştu patlayacaklarını hissediyordum ama tek bir gözyaşı bile yoktu. Bir damla bile. Neye dönüşüyordum?

Çarşamba, Haziran 6

*33 - Boş Bir Defter ve Bitkinlik..

18 Temmuz 2010 * Prag

Matyas sabaha doğru okumayı bıraktı. Uykusu geldiğinden değil artık dayanamadığını hissetti. Yohan onun üvey ailesini öldürmüştü. Kendisini onlar düşmanlardı nasıl olsa diye teselli etse de. Peki gerçek ailesi kimdi? Matyas niye onun hafızasını silmişti. Lisa'nın casus olduğunu bilen başka kim vardı acaba? Nasıl böyle bir oyun oynayabilmişlerdi? Gözleri kızarmıştı ve yorgun bir hali vardı. Dışarı çıktı. Hem biraz hava almak hem de biraz kafa dinlemek için. Kendince güzel manzaralı olan bir buldu ve oturdu. Henüz güneş doğmak üzereydi ve Prag'ı tepeden seyretmek güzeldi. Bir anda sırtında sivri bir şey hissetti.

"Sonun böyle mi olacaktı?"

Matyas bir anda irkildi ama hareket edemiyordu. Kısa bir sessizlikten sonra.

"Daha dikkatli olmalısın Matyas!"

Sırtından hançer çekilip yanına oturan kişiyi görünce rahatlamıştı.

"Sen miydin Andrew. Ödümü kopardın. Dalıp gitmişim. Senin ne işin var bu saatte dışarıda?"

"Dikkatli olmalısın Matyas. Ne zaman olacağı belli olmaz. Gerçi Üstat her şeyi halletiğini söylüyor ama tetikte olmak lazım. Sabah buralarda dolaşmayı seviyorum. Huzur verici. Peki ya sen?"

Yohan ayrıldığından beri kimse onunla ilgili konuşmaya yanaşmıyordu. Sadece düzeni devam ettiriyorlardı. Ama Matyas o kadar şeyi okuduktan sonra içini dökmek istiyordu.

"Üstat'ın günlüğünü okuyorum Andrew. Yani nasıl desem? O çok garip biri ve bizim gördüğümüzün çok dışında. Orada yazan şeyler için kelime bulamıyorum."

Andrew de şaşkın bir şekilde araya girdi.

"Yoksa sen bitirdin mi günlüğü? Biliyorsun bu konuda kimse konuşmaya yanaşmıyor. Ama orada çok önemli şeyler yazılmış olabileceğini hepimiz tahmin ediyoruz."

"Hayır henüz bitirmedim ama nasıl bitireceğimi bilmiyorum. Bazen Üstat hakkında çok kötü düşüncelere kapılıyorum. O'nun bizden gizli yaşadığı hayat ve yaptığı şeyler. Lisa bizi öldürebilirmiş. Onun casus olduğunu ne zaman öğrendiğini biliyor musun?"

"Bilmem çok uzak bir tarih olmasa gerek."

Matyas ayağa kalkmış ve heyecanlı bir şekilde bağırıyordu.

"Yedi sene önce! İnanabiliyor musun? Yedi sene önce. Ve hiçbirimiz bunu bilmiyorduk. Hatta bir ara herkes birbirinden şüphelendi. Neden söylemediğini anlamıyorum? Hiçbirimizin aklına da onun olabileceği gelmedi."

Andrew şok içindeydi ama Matyas'ı durdurmak istiyordu.

"Tamam Matyas! Sakin ol! Bence o kitabi bitirip karar vermelisin. Hem okuduktan sonra hepimiz düşünürüz zaten."

Matyas O'na haklılık payı vermişti. Ama hala kendisiyle ilgili durumu söyleyip söylememekte kararsızdı. Biraz düşününce bundan vazgeçti. Nasıl olsa öğreneceklerdi.

Andrew ile merkeze döndüler. Kahvaltı için hazırlıklar başlamıştı. Bazı öğrencilerin Üstat hakkında konuştuklarını duyuyorlardı. Onlara yakında geleceğini söylemişlerdi. Halbuki kendileri de aynı merak içindelerdi. Tek fark onlar bunu konuşmuyorlardı.

"Tamam, belki buraya geleli çok olmadı ama en azından bir uğramasını beklerdım."

"Gelmediyse ne olmuş ki? Kim bilir ne kadar işi var? Zorunlu olmasaydı yapmayacağını biliyorum ben. Bugüne kadar kim gördü ki onun yanlış bir şey yaptığını ya da yanlış bir şey öğrettiğini."

"Bence abartıyorsun o da bir insan sonuçta."

"Abartmıyorum herhalde. Tabi ki yanlışı vardır. Demek istediğim bize her zaman değer verdiği ve doğru şeyler öğretmeye çalışmasıydı. Hatta doğru şeyler öğretmekten çok doğruyu bulmamızı sağlardı. Hiç gelmeyecek olsa bile şu an bir eksiklik fark ediyor musun? O hocalarımıza her şeyi aktarmış bence."

Matyas ve Andrew de istemeden kulak kesilmişlerdi. Andrew konuşmaya başladı tedirgin bir şekilde.

"Sanırım herkesin kafasında bunlar var."

Her ne kadar her şey yolunda devam etse de danışabilecekleri biri artık yoktu. Hepsi en azından başlarında birinin bulunması için Emre'nin geçmesini istediler ama o da henüz hem kendisinin hem de öğrencilerin hazır olmadığını ve Üstat'a saygısızlık etmek istemediğini söyledi. Öğrenciler arasında fikir ayrılıkları olacağını ve kargaşa çıkabileceğini savunmuştu. Diğerleri de ona hak verdiler doğal olarak. Hepsi merak ediyordu bu işin nereye kadar süreceğini. Dayanabilecekler miydi? Başlarına bir sorun gelirse ne olacaktı? Hepsi ara sıra düşünüyorlardı böyle soruları. Ama hiçbirinin cevabı yoktu. Üstat'ın geri dönmesini umuyorlardı.

Kahvaltı ve sabah derslerinin ardından sıra Matyas'ın dövüş eğitimine gelmişti. Yaklaşık yirmi kişi vardı karşısında. Bu ekip katılalı çok da uzun zaman olmamıştı. Ve onlar için ilk eğitimler sayılırdı.

"Kendini çok iyi dövüşçü olarak iddia edebilecek var mı!"

Matyas yine şovunu yapmak istiyordu.

"Sizlere diyorum! Hiç dövüşçü yok mu aranızda!"

13-14 yaşlarında bir çocuk elini kaldırdı.

"Öne çık evlat! Ne kadar iyi olduğunu görelim bakalım!"

Herkes şaşkınlık içindeydi. Gerçekten dövüşecek miydi hocaları çocuklar merak ediyorlardı.

"Demek sen iyi bir dövüşçüsün Polo! Şimdi gördüğün gibi elimde ufak bir top var. Bu topu belinin hizasından yere bırakacağım. Ve yerde sekip tekrar yükselecek ve tekrar yere düşecek. İkinci kez yere düşene kadar ayağınla topun etrafında tam altı tur atmanı istiyorum."

Herkes garip garip bakıyordu. Polo ise kendisini sormakta mecbur hissetti.

"Üstat bunun iyi dövüşmekle ne alakası var?"

"Sen sadece dediğimi yap. Zamanla anlarsınız ne alakası olduğunu."

Polo defalarca denemesine rağmen başaramamıştı. İki bacağı da çok yorulmuştu.

"Üstat bu imkansız!"

"Geç yerine Polo! Demek bunun imkansız olduğunu ve dövüşle alakalı olmadığını düşünüyorsunuz! Unutmayın ki her zaman bire bir dövüşmeyeceksiniz. Hız sizin silahınız olmak zorunda. İşte ancak böyle tek başınıza birçok kişiye karşı savaşırsınız. Ve size göstereyim nasıl imkansız olduğunu!"

Matyas topu yere attı ve üçüncü kez ayağını topun etrafında döndürdüğü sırada öğrenciler şaşkınlıkla izliyorlardı. Gerçekten hızını takip etmek çok zordu. Fakat Matyas aniden yere düştü. Öğrenciler etrafına toplanmıştı.

"Üstat! Üstat! İyi misiniz?"

"Biri diğerlerine haber versin çabuk!"

Matyas sesleri duyuyordu ama tepki veremiyordu. Emre ile Andrew onu yatağına yatırdılar. Emre hem kızgındı hem de üzgün.

"Biraz dikkat et kendine Matyas. Bu günlük seni esir aldı resmen. Dinlen biraz ve acilen kendine gel."

Emre haklı diye düşündü Matyas. Teşekkür etti ve uyumaya çalıştı. Sonra biraz daha okumak istediğini fark etti. Günlüğü eline aldı kaldığı yeri açtı. Bir sayfa daha çevirdi. Bir anda bağırmaya başladı.

"Emre! Andrew!"

Emre ile Andrew bir şey olduğunu düşünerek hemen geri döndüler Matyas'ın odasına.

"Noldu Matyas?"

Matyas önce bir yutkundu kalbi çok daha hızlı atmaya başlamıştı.

"Burada hiçbir şey yazmıyor."
"Nasıl hiçbir şey yok? Ne demek istiyorsun?"

"Üstat'ın günlüğü işte. Aniden bitiyor. Defalarca baktım hiçbir şey yazmamış buradan sonra."

Hepsi birbirine bakıyordu, şaşkın ve bitkinlerdi.