Pazartesi, Ekim 31

*17 - Çiçek Hastalığı

4 Haziran 1723’te 16 yaşında bir genç vefat eder. Leopold Clement adında bir genç. Ve ondan on yaş küçük bir kız çocuğu vardır Maria Theresia adında. Maria ve Leopold nişanlanmışlardır ve Leopold’ün Viyana’ya gelmesi beklenir. Ancak Leopold yerine onun ölüm haberi gelir.

Çiçek hastalığından ölmüştür Leopold ve Maria Theresa için yeni adaylar aranmaktadır. Maria’nın favorisi ise Francis Stephen’dır. Maria’dan dokuz yaş büyük olan Francis hem de Leopold’ün kardeşidir.12 Şubat 1736’da Francis Stephen ile evlenen Maria kocasına derin bir sevgi ile bağlıdır. Ayrıca Maria Macaristan ve Bohemya Kraliçesi ve Avusturya Arşidüşesi idi. Kocası Francis’in I. Franz ünvanı ile Kutsal Roma İmparatoru olmasından sonra kendisi de İmparatoriçe sayıldı. Zamanında en güçlü kadınlardan biriydi. Ve devleti bizzat yöneten kadınlardan biriydi. Eşi Yedi Yıl Savaşları bitiminden iki yıl sonra ölmüştü. Onun ölümünden sonra kendi ölümüne kadar yas tuttu. Ona derinden bağlıydı. Kızlarından Maria Antonia henüz dokuz yaşındayken babası I. Franz ve annesi Maria Theresa, oğulları Leopold’ün evliliğini kutlamak için Inssbruck’e gideceklerdi. Babası yola çıkmadan önce sanki kızını bir daha göremeyeceğini hissetmiş gibi Maria Antonia’ya sarıldı, öptü, bağrına bastı. Antonia şaşırmıştı çünkü babasını böyle gözü yaşlı ilk defa görüyordu. Ve son olmuştu. Antonia bir daha babasını görememişti. 1765 ağustosunda I. Franz felç geçirerek ölmüştü.

Daha sonra Maria Theresa kızlarından Marie Antonia’yı da savaş bitiminde Fransa ile ilişkileri sağlamlaştırmak için Louis ile nişanladı. Ve o da kızını ağlayarak uğurladı. Kızının Fransa halkına iyi davranması ve onu gururlandırmasını söyledi. Antonia halkına düşkündü, onların derdini kendi derdinden ayırmazdı. Ancak vatan haini ilan edildi ve giyotinle idam edildi.

Eğer Leopold çiçek hastalığından ölmeseydi belki ben hiç olmayacaktım. Belki de I. Franz hiç Kutsal Roma İmparatoru olamayacaktı. Ya da Theresa bu kadar güçlü olamayacaktı. Antonia belki hiç doğmayacaktı. Ve ben belki olmayacaktım belki de çok farklı yerlerde olacaktım.

Ve Lisa.. Onun kim olduğunu öğrenmek istiyorum. Neden bizim tarafımızda olduğunu öğrenmek istiyorum. Bilmeden ona güvenemem. Bu değerlerimizi onla paylaşamam. İnancım kalbimin önüne geçmeli.

Lisa’dan kaç kişinin kaldığını öğrendim. Emre, Hywl, Andre ve Joseph kalmıştı sadece. Karl ve kendisinin de olduğunu söylüyordu Lisa. Benle birlikte yedi kişi kalmıştık yani. Ve diğerleri varsa bile onlarla irtibat kurabilecek Harm ve Hylar ölmüştü. Nereye gittiklerini bilip bilmediğini sordum Lisa’ya.

“Sen uyandığında hepsi haber vermemi istediler zaten. Gittikleri yerleri biliyorum. Sana bağlılar Yohan, şanslısın.”

Beni gururlandırmaya çalışıyordu ancak kendimi kontrol altına almalıydım. Bugün Lisa yarın başkaları ve bir bakmışsınız aynı düşmanlarım gibi olmuşum. Öldüğümde arkamdan sadece “O sadece bir insandı.” denilmesini istiyorum.

Onları bizzat ziyaret etmek istiyordum. Ancak şu an hazır değildim. İyileşmem gerekiyordu. Lisa haber verebileceğini söyledi. Ya da Karl’ın gidebileceğini.

“Hayır, ikiniz de gitmeyin, hepsine mektup göndereceğiz. Ve ben onlara sahte olmadığını belirtmek için birkaç gizli şey kullanacağım. Birkaç gün içinde hepsi buraya gelecektir. Onlar gelene kadar ben de seni ve Karl’ı tanıyacağım.”

Lisa şaşırmıştı, zaten tanımıyor musun diyecek gibiydi ama o konuşmaya başlamadan devam ettim.
“Açık konuşmam gerek Lisa. Seni seviyorum, Amsterdam’dan beri seni seviyorum, kalbim kalbindedir. Ama seni öğrenmeliyim her şeyinle bilmeliyim. Sen ile ben tamamen zıt kutuplarız. Ne oldu da benim yanıma geçtin. Sadece bana olan aşkın mı sebep oldu gerçekten? Geçmişin nedir? Gerçek ismin nedir? Önce seni öğrenmeliyim sonra irreligioso’yu tanıyacağız. Sana güveniyorum ama bu konu benle ilgili değil Lisa. Bu konu herkesin, bu konu Tanrı’nın! Kendimden şüphe ettiğim anda bile bu görevden çekilirim.”

Yedi kişi olduğumuzdan şüpheliydim. Karl ve Lisa’dan emin değildim. Lisa’ya olan sevgimden dolayı ona güvenmek istiyordum. Ama Karl’a karşı tamamen şüpheciydim. Zaten birkaç gündür ortada yoktu. Ne yaptığı hakkında bir fikrimiz de yoktu. Lisa’dan ayrıntılı bilgi almasını istedim. Bu kadar habersiz gezmesi şüphelendiriyordu.

Lisa’dan silahlarımı istedim. Hançerimi ve silahımı getirdiğini söyledi, ayrıca bir de formüllerle dolu bir defter getirdiklerini söyledi. Zehirlerle ilgili defterimdi, pek bir şey anlamadıkları belliydi.

“Bir bıçağım daha vardı, o ne oldu?”

Şaşkın şaşkın cevap verdi Lisa, daha doğrusu soru sordu.

“Hangi bıçak Yohan? Başka bıçak falan yoktu.”

Anlaşılan tekrar yapmam gerekecekti. Eğer karşı taraf almışsa onlar kopyasını çıkarabilirlerdi. Bu benim için kötü haberdi. Lisa yüzümdeki kötü ifadeyi fark etmişti. Niye bu kadar tepki gösterdiğimi sordu.

“O Harm’ın hediyesiydi.” dedim sadece.

Bıçağı tekrar yapacaktım ve malzeme gerekiyordu. Malzeme almak için dışarı çıkmamız gerektiğini söyledim. Hem biraz Prag’ı tanımak istiyordum. Dışarı çıkarken kapı koluna bir kağıt parçası astım. Lisa niye böyle bir şey yaptığımı sordu.

“Her şeyin bir sebebi vardır Lisa. Yakında anlarsın.”

Çarşamba, Ekim 26

*16 - Spes mea in deo est!

Sophie gerçeği söylüyor gibi görünüyordu. Ama nasıl olabilirdi? O kadar zehir ve kalbine sapladığım hançer.. Hem doğru olmasını istiyordum hem de doğru olamayacağını biliyordum. Sonra Sophie’nin o hali biraz daha sakinleşmeme yardımcı oldu. Yakasını bırakıp pencereye doğru yöneldim. Bir seneden fazladır dışarıyı görmüyordum. Prag.. ikinci doğum yerim. Sophie’den anlatmasını istedim, eğer Lisa ise inandırmasını istedim.

“Her şeyi anlatabilirim Yohan ben Lisa’yım. Anılarımızı anlatabilirim, eğitim dönemimizi ve beraber geçirdiğimiz zamanları anlatabilirim. Mesela hatırlar mısın bizi köz üstünde yürütürlerdi. Bir keresinde yan yanaydık ve sana nasıl dayandığını sormuştum. Sen ise “Spes mea in deo est” diye sayıklayıp duruyordun. Sonra aynısını o kayalıklarda da söyledin, silah kullanmakta çok kötüydün Yohan herkes senle dalga geçiyordu ve yine o kayalıklara gitmiştin tek başına. Yanına geldiğimde sana bir sürü şey anlatmıştım ve her zamanki gibi konuşmuyordun. Ne olduğunu sorduğumda yine bunu demiştin “Umudum Tanrı’da!”. Sonra sana hazırladığımız doğum günü vardı. Ve tabi bir de dayak yemiştik birbirimizin gözü önünde. Orada da dudaklarını okumuştum Yohan dayak yerken de aynı şeyi söylüyordun. O zamanlar iyi ki kimseye söylememişim. Seni yaşatmazlardı Yohan. Tanrı’ya inanmak gerçekten büyük bir hatadır irreligioso’da.”

Anlattığı şeylerin bir kısmını hatırladım, bir kısmını hatırlayamadım. Doğru şeyler söylüyordu. Aklım almıyordu. Bir yanım inanmak isterken bir yanım gerçek olamaz diyordu. Gerçek olamaz ağır basmıştı. Hem sinirliydim hem her an ağlayabilirdim. Sesimi kontrol etmeye çalışıyordum.

“Bunları nereden öğrendiğini bilmiyorum Sophie ama sen Lisa olamazsın. O gün öldürdüm onu. Kurtulması mümkün değil.”

Lisa biraz daha yaklaştı bana.

“Panzehirler Yohan. Verdiğin panzehirler, zehrin etkisini yok etmiş. Hançeri ise tam saplayamamışsın. Sen ayrıldıktan sonra Karl gelmiş ve beni kurtarmış. Kendime geldiğimde ona bana yardım etmesi gerektiğini söyledim. Kaçacaktım ve benim öldüğümü söyleyecekti irreligioso’dakilere. Şu an beni öldü sanıyorlar Yohan. Yaşadığımı sadece sen biliyorsun.”

Hala inanmıyordum Sophie’ye. Hançeri sapladığımı hatırladığımı söyledim. Nabzının atmadığını hatırladığımı söyledim. Herkesi öldürdükten sonra ayrıldığımı söyledim.

“Hayır Yohan, hafızan ayrıntıları unutmuş. Ne nabzımı kontrol ettin ne de hançeri sapladın. İyi hatırla Yohan, hançeri saplayacaktın ama yavaş hareket ediyordun. Hatta biraz yaralamıştın bile, sonra kapı açıldı ve sana ateş edildi. Yere yığıldın Yohan.”

Şimdi hatırlamıştım olanları. İnanamıyordum. Lisa olduğunu kabul etmiştim ama kafam çok karışıktı. Emin olamıyordum. Ve şok halindeydim. Hani umutsuzca bir yarışın içine girersiniz de her şey bittiğinde size kazandığınızı söylerler. Kazandığınız kesindir ama inanmazsınız, inanamazsınız. Bir süre sonra alışırsınız duruma. İşte şimdi o haldeydim.

“Lisa ya da Sophie, ben ne diyeceğimi bilemiyorum. Biraz zaman ver bana. Gerçekten Lisa olabileceğini aklım almıyor. Kusura bakma, biliyorum ve kabul ediyorum Lisa olduğunu ama sadece şaşırdım ve şoktayım. Yani..”

Gerisini getirememiştim. Lisa’nın yüzünde ise korku ve sevinç bir aradaydı. Yaşıyor olduğum için mutluydu. Ama eski Yohan olmadığım için korkuyordu.

Duş almak için banyoya girdim. Aynaya baktığımda çok garip hissettim kendimi. “Sanki 40 yaşındayım” dedim. Saçlarım da çok fazla beyazlık vardı. Ayrıca sağ kaşımla kulak kepçem arasında mermiden dolayı kalan bir iz vardı. Yüzüm ve vücudum daha kötüydü. Sanki her yerim yara içindeydi. Buna alışmalıydım, bu bir savaştı. Büyük bir savaş.

Duştan çıktığımda Lisa yemek hazırlamıştı. Duş almak beni sakinleştirmişti. Tavuk kavurma yapmıştı ve üstüne hafif limon sıkmıştı. Lisa olduğuna iyice inanmaya başlıyordum. Limon sıktığımı sadece ona söylemiştim. Yemekte yine o konuşuyordu sürekli. Sadece dinliyordum ve nadiren konuşuyordum. Evet, şimdi kendimi gerçekten Lisa ile beraber hissetmiştim. Heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyordu yine. Açıkçası doğru düzgün dinlemiyordum. Bir anda ağzımdan çıkıvermişti.

“Te amo Lisa”

Bir anda donup kalmıştı. Önce anlam veremedi sonra yüzü kızardı ve başını aşağı doğru eğdi. “Ben de seni seviyorum Yohan” dedi. Gülmeye başlamıştım. Meraklı meraklı soruyordu.

“Ne var? Neye gülüyorsun?”

Cevap vermiyordum ve bu onu daha da meraklı yapıyordu. Ve beni daha da güldürüyordu.

“Çok gıcıksın Muet!” dedi ve ayrıldı masadan. Ben de peşinden gittim ve sadece onu hatırladığımı söyledim. O sırada yastığımın altındaki listeyi fark ettim. Listeyi fark etmem aslında her şeyi fark etmemi sağlamıştı. İrreligioso’yu yok etmeliydim. Ve artık Hylar ile Harm da yoktu. Tek başımaydım. Ve Lisa’ya kalbim güvenirken beynim güvenmiyordu.

Listeyi inceliyordum ve tamamen değişmişti. Lisa sanki benim listeyi incelememle ilgilenmiyormuş gibi başka şeylerle oyalanıyordu. Sormamı bekliyordu ama emin değildim. Sonra daha iyi bir çözüm olmadığını düşündüm.

“Hylar ile Harm öldü demiştin Lisa. Bu liste ise tamamen değişmiş ve çok ayrıntılı. Bir bilgin var mı?”

Lisa anında cevap verdi, sesinden yardım etmek istediği anlaşılıyordu.

“Biliyorsun Yohan, ben onlardan biriydim. Her şeylerini biliyorum. Sana yardım edebilirim ama bana güveniyor musun?”

Bazen sizi kararsızlığa sürükleyen veya düşünmeye sevk eden ya da hayatınızı değiştirecek şeyler çok büyük olaylar olmaz. Bu onlardan biriydi işte aslı arası ufak bir soru. Lisa’ya sarıldım ve alnından öptüm.

“Spes mea in deo est, Lisa.”

Pazartesi, Ekim 24

*15 - Hafıza

16 Ağustos 2002 * Roma

“Sophie yanındakilerden bilgi alıyordu. Yohan’ı durdurmaları gerekiyordu. Ancak çok geç kalmışlardı. Yohan çoktan ortadan kaybolmuştu. Hylar ve Harm’ı kurtarmak için evine gideceğini düşünüyorlardı. Hepsi silahlarını aldılar yanlarına. Hepsinin silahları farklıydı ama hepsi Yohan gibi giyinmişti. Emre de Yohan gibi eski usullerden hoşlanıyordu. Önden onu göndermişlerdi. Emre içeri girdi ve kimse olmadığını söyleyip diğerlerine de çağırdı.

Evin girişinde bekliyordu hepsi. Bu sırada üst kattan iki kez silah sesi geldi. Sophie hemen yukarı doğru koştu ancak onu durdurdular. Sakin olmaları gerekiyordu. Emre üst kata çıkıyordu ve bir koruma olduğunu fark etti. Koruma arkasını döndüğünde onun işini bitirmişti. Tekrar çağırdı diğerlerini. Yohan’ın olduğu odaya geldiler. Sophie kulak kesilmişti iyice ve Yohan’a söylenen sözü duydu.

“Güle güle Yohan Lorm!”

Daha fazla bekleyemedi ve içeri girdiği gibi Lucas’a ateş etti. Lucas da tetiğe basmıştı, mermi Yohan’ın başını sıyırdı. İçeride müthiş bir çatışma başladı. Sophie Yohan’ı çözmeye çalışıyordu. Emre de onu koruyordu. Yohan çok fazla kan kaybetmişti ve bir mermi başına isabet etmişti. Bir süre sonra Hywl Sophie’nin yanına geldi ve çıkabileceklerini söyledi. Tüm irreligiosolular ölmüştü. Yohan’ı hemen bir arabayla hastaneye götürdüler. Sophie’nin tanıdıkları vardı o yüzden sorun çıkmadı. Sophie doktora buranın güvenli olmadığını ve onu başka bir yere götürmeleri gerektiğini söyledi. Doktor ilk aşamayı burada yapıp sonraki aşamada istedikleri yere aktarabileceklerini söyledi. Sophie aklından olabilecek yerleri geçirdi. Birçok yer geliyordu aklına ama hepsinde sorun olacağını düşünüyordu. Sonra Prag’taki arkadaşı Karl geldi aklına. Onu arayıp gelip gelemeyeceklerini sordu ve olumlu yanıt aldı. Şimdi doktorun cevabını bekliyordu.

Yohan hala uyanamamıştı ekibi ve Sophie onu bekliyorlardı. Emre Sophie’ye yaklaştı ve sordu “Seni daha önce hiç görmedim Sophie? Nerede yetiştirdiler seni ve Yohan’ı nereden tanıyorsun?” Sophie sadece Yohan’ı düşünüyordu. “Ben Yohan ile yetiştim Emre, daha fazla ayrıntı yok.”

O sırada doktor geldi ve durumu açıkladı. Yohan’ın bitkisel hayata girme ve hafıza kaybına uğrama gibi riskleri vardı. Çok fazla ümit olmadığını ama yine de yaşatabileceklerini söylediler. Herkes şoktaydı. Sophie onu Prag’a götüreceğini söyledi. Doktor yapılması gerekenleri anlattı. Ve Yohan’ı Prag’a taşıdılar.

Ekibi bir süre Sophie’ye destek oldu. Sonra hepsi yavaş yavaş ayrıldılar. Sophie ve Karl kalmıştı sadece. Yohan ne zaman kendine gelir gibi olsa Sophie her şeyi anlatıyordu, hatırlatmaya çalışıyordu. Ufak bir belirti bekliyordu ama olmuyordu.”

İşte böyle anlatmıştı Sophie her şeyi. Başım acayip ağrıyordu. Bir sürü şey geliyordu aklıma. Rüya mıydı gerçek miydi ayırt edemiyordum. Sophie derin bir nefes aldı ve konuşmaya devam etti.

“Ta ki düne kadar. Hiç konuşmamıştın Yohan düne kadar. Sadece uyanıyordun ve uyuyordun. Bir senem böyle geçti işte Yohan. Şimdi hatırladın mı bir şeyler?”

Kısmen hatırladığımı söyledim. Ama anlam veremiyordum beni niye bu kadar önemsemişti. Ayrıca Hylar ve Harm neredeydi. Ayağa kalktım bir anda onları bulmak için dışarı çıkacaktım.

“Nereye gidiyorsun Yohan? Kendine gel önce biraz!”

“Hylar ve Harm’ı bulmalıyım. Onları hatırlıyorum Sophie. Hem sen de kimsin Sophie seni hiç hatırlamıyorum. Nedir benden istediğin?”

Elim sürekli başımdaydı ve gözlerim kısıktı. Işık rahatsız ediyordu ve başım çok ağrıyordu. Sophie düşeceğimi fark etmiş olmalı ki hemen yanıma geldi.

“Üzgünüm Yohan.. Biz seni almaya geldiğimizde onlar öldürülmüştü..”

Yatakta dolanıp duruyordum. İçimi sıkıntı basmıştı. Kendimi öldürmek geliyordu içimden. Nasıl olurdu, niye ölmüşlerdi, niye hatırlamıyordum? Defalarca gerçek olup olmadığını sordum. Ciddi olduğunu söyledi.
Sinirlenmiştim ve Sophie’nin yakasına yapıştım.

“Sen de kimsin Sophie? Sen mi öldürdün onları? Ne istiyorsun benden?”

Sophie ağlamak üzereydi, çok korkmuştu.

“Benim Jose, Lisa. Lisa’yım ben..”

Bu cevap beni daha da sinirlendirmişti. Dalga mı geçtiğimi sanıyordu?

“Lisa öldü tamam mı! Kendi ellerimle öldürdüm onu! Öldü! Öldü! Öldü!”

Cuma, Ekim 21

*14 - Bir Senelik Ölüm

15 Eylül 2003 * Prag
“Bir yıldan fazla oldu, hala kendine gelemedi. Niye bekliyoruz ki bu kadar? Geri gelmeyecek işte Sophie, hep böyle bilinçsiz olacak. İnat etme artık.”

“O’nu seviyorum Karl, anlıyor musun?”

“Seni öldürmeye çalıştı Sophie. Nasıl sevebiliyorsun onu? Aklım almıyor.”

“O beni değil, düşmanlarını öldürmeye çalıştı. Beni sevdiğini biliyorum Karl, o zaman yanımda yoktun anlayamazsın.”

Sophie ağlayarak odadan çıkmıştı. Karl yataktaki adamın yanına geldi. Niye bu kadar önemli olduğunu anlayamıyordu? Kimdi bu adam, nasıl bu hale gelmişti? Bir yıldır tepkisiz bir halde yatıyordu. Vücudunun her tarafı yara izleriyle doluydu. Bu devirde sanki sürekli savaşa katılmış gibi diye düşündü. Sophie’nin yanına gitmeyi düşündü. Sonra vazgeçti, gitmenin bir faydası olmayacağını biliyordu. Hatta daha da büyürdü sorunlar. Sophie her geçen gün duygusallaşıyordu. Sevdiğinin o halini görmek acı veriyor olsa gerek diye düşündü Karl.

Bir süre sonra Sophie tekrar geldi. Kendine gelmiş gibiydi.

“Özür dilerim Karl, bu aralar iyi değilim.”

Karl önemli olmadığını söyledi ama meraklı bakışları sürüyordu.

“Tamam, anlatacağım artık. Ben onunla çok küçük yaşta tanıştım, o beni hep korurdu. Sonra büyüdükçe onun yanında mutlu olduğumu fark ettim. Onu seviyordum. Onla olmak hoşuma gidiyordu. Çok konuşmazdı. Garip garip düşünceleri ve bilgileri vardı. O benim için hep farklı ve değerliydi. Onu böyle görmek bana acı veriyor. Her tarafı yara ve bilinci yerinde değil. Bazen bütün bunların gerçek olmamasını diliyorum. Ama ölmesini istemiyorum, Onun böyle bile olsa yanımda olması bana yetiyor.”

Karl burada araya girdi.

“Hep o, o, o diyorsun Sophie. Bir adı yok mu yani?”

“Onun bir sürü adı var. Ama söyleyemem. Canım yanıyor.”

Sessiz bir mırıldanış duyuldu: “Yohan..”

Sophie şaşırmıştı. “Nereden biliyorsun adını Karl?”

“Ben bir şey söylemedim ki.”

İkisi de Yohan’a döndüler. Gözlerini açamıyordu. Ama konuşmaya devam etti.

“Adım Yohan! Yohan Lorm! Son Kutsal Roma İmparatoru Yohan Lorm! Son Kutsal Roma İmparatoru Yohan Lorm! Son Kutsal Roma İmparatoru Yohan Lorm! Son Kutsal Roma..”

Sophie beni sarsıyordu, yüzüme vuruyordu.

“Yohan, Yohan, iyi misin? Beni anlayabiliyor musun?”

Sadece sayıklıyordum. “Son Kutsal Roma İmparatoru Yohan Lorm!..”

***

6 saat sonra

Yine gözlerimi zar zor açabiliyordum. Sophie’nin başı göğsümde ve eli elimde uyuyakaldığını gördüm. Gecenin bir yarısı olmuştu.

“Neredeyim ben? Sen de kimsin? Niye göğsümde yatıyorsun? Her yerim ağrıyor zaten!”

Bağırmaya başlamıştım. Neye uğradığımı şaşırmış bir haldeydim. Öldüğümü sanıyordum. Şoktaydım ve Sophie’nin Sophie olduğunu henüz öğrenmemiştim.

“Özür dilerim Yohan. Rahatsız etmek istememiştim. Ben, sadece seni kontrol ediyordum yanında uyuyakalmışım. Kendini nasıl hissediyorsun? Hiçbir şey hatırlıyor musun?”

“Kimsin sen? Ne istiyorsun benden?”

“Benim adım Sophie, bir senedir sana burada ben bakıyorum. İyileşmen için bekledim. Sadece iyileşmeni istiyorum. Yavaş yavaş her şeyi hatırlayacaksın. Hiçbir şey hatırlıyor musun?”

“Sophie mi? Bana iyi şeyler hatırlatmıyor. Sophie diye birini öldürmüştüm. Onu severdim. Başka bir isim kullanamaz mısın? Ayrıca hiçbir şey hatırlamıyorum. Hep eskiler var. Buraya nasıl geldim, ne oldu bana, hatırlamıyorum.”

Sophie zor konuşuyordu.

“Bana istediğini diyebilirsin Yohan, sadece kendini iyi hisset. Her şeyi anlatacağım sana. Neler olduğunu, buraya nasıl geldiğini, kim olduğumu anlatacağım sana. Şimdi dinlen biraz Yohan.”

Koşarak odadan çıktı Sophie, nelerin onu üzdüğünü sonradan anlayacaktım. Şimdilik hiçbir şey hatırlamıyordum. Bir sene olmuş demek ki dedim. Bir senelik ölüm. Ve gözlerimi tekrar kapattım. Hiçbir şey bilmek istemiyordum. Yorgundum, daha doğrusu yorgun olduğumu yeni fark edebildiğim için yorgun hissediyordum. Ama öğrenecektim, hatırlayacaktım.

Ve savaş.. yeniden başlayacaktı..

Cuma, Ekim 7

*13 - Efsane(1. Sezon Finali)

16 Ağustos 2002 * Roma

Çaresizlik.. Evimde elim ayağım zincire bağlı duruyor olmam tam olarak çaresizlikti. Öleceğimizi biliyordum. Hylar ve Harm daha önce ölecekti, ekiptekileri zaten öldürmüşlerdi. Neyin peşinden koşuyorduk, neyi amaçlıyorduk? Tam olarak o an düşünmeye başladım. Gerçekten bu kadar kin olmalı mıydı? Hâlbuki temelde aynıydık, bizden onların arasında yetişenler var. O zaman herkes anlaşıyordu. Oradaki arkadaşlarımı öldürmüştüm, sevdiğim kızı öldürmüştüm, dedemi öldürmüştüm. Şimdi ise Hylar ve Harm ölecekti, benim yüzümden. Kendi sonumu da hazırlamış oldum. Aslında Lucas’ın söyledikleri her şeyi özetliyordu.

“Yine önümde büyük bir engel var Stephan ve yine senin çözebileceğini düşündüm. Anlıyorsun değil mi beni? Onlarca adamımı öldürdün Stephan ama sana böyle bir emir verildiğini hiç hatırlamıyorum. Kimse hatırlamıyor! Sonra ne fark ettik biliyor musun Yohan! İşte bu kadın ve bu adamın senin aklını çeldiğini fark ettik. Sana hiç mantıklı gelmese de kabul ettin tekliflerini. Sana mantıklı gelemez Stephan, çünkü sen bizimle yetiştin. Ama bu içgüdüsel bir şey Stephan, bu kadın ve bu adam seni derinden etkiliyor.”

Silahını kafama ve kalbime doğru vuruyordu. “İşte tam buralarda bilinçaltı dediğimiz şey seni etkiledi. Ve onların peşinden koşturmaya başladın. Düşünmeden, sadece denilenleri kabul ederek. Neden peki Stephan? Hiç düşündün mü? Bunlar kim?”

Doğrusu hiç düşünmemiştim ve Lucas haklıydı, kelimesi kelimesine haklıydı. Nasıl olsa birazdan ölecektik. Bilmek veya bilmemek fark etmez diye düşündüm. Kim olabilirlerdi ki?

“Şu yüze bak Stephan hiç mi dikkatini çekmedi benzerliğiniz? Hylar senin annen, gerizekalı! Harm da amcan! Seni etkilemelerinin sebebi bu, bizim eğitimimize gelene kadar onlarlaydın. Ama onlar zamanında seni almamıza hiçbir karşılık vermediler. Baban seni bize getirdiğinde umursamadılar bile. Anlıyor musun Stephan! Sana bu gücü veren biziz. Oysa senin yaptığına bak. Ne sandın bunu Stephan? Herkesi öldürüp irreligioso’yu bitirebileceğini mi düşündün? Ancak kırıntıları temizledin Stephan. Biz hayal edemeyeceğin kadar büyüğüz. Öldürdüklerin yerine anında yenileri geldi. En üste yaklaşmaya çalışmak bile hatadır Stephan, büyük bir hata. Ve işte sonuçlarını görüyoruz. Herkesi tehlikeye attın Stephan, bunun bedelini ödeyeceksin.”

Annem mi?! Amcam mı?! Neler diyordu Stephan? Kafam çok bulanıktı. Ölmek üzereyken bile bunları düşünüyor olmak daha da acı verici. Hatırlamaya çalışıyordum, Hylar veya Harm veya babam hiçbiri gelmiyordu aklıma. O kızın nasıl aramıza girdiğini merak ediyordum, annemi merak ediyordum, babamı merak ediyordum, İstanbul’dakileri merak ediyordum. Aklımdan yine bir ton şey geçiyordu. Hepsini silip buradan nasıl kurtulabiliriz diye düşünmeye başladım. Buradan kurtulmam imkansızdı, Tanrı’nın yardımı gerekiyordu. Açıkçası, eğer varsa öbür tarafta bağışlanmayacağımı düşünüyordum. O sırada Stephan yüzüme tekrar yaklaştı.

“Söyle bakalım Yohan Lorm, tanrın önce kimin ölmesini istiyor Hylar mı, Harm mı? Aslında size iyilik yapıyorum Stephan, sizi tanrınızın yanına gönderiyorum. Orada istediğinizi yaparsınız, ahmaklar!”

Cevap vermiyordum, Hylar ile Harm’a döndüm. “Özür dilerim.. böyle olsun istememiştim anne, amca.. bana söylememeniz önemli değil. Tanrı bunu bize fark ettirdi. O’na bunun için şükrediyorum, bizim ölmemiz bir şey değiştirmez. Bir gün biri sizi yok edecek Lucas. Ben en azından bu yolda ölüyorum. Sense boşluk içinde öleceksin!”

Lucas bir kahkaha attı. “Demek bir cevap yok, sen bilirsin Stephan. Önce anneni sonra amcanı sonra da seni öldüreceğim. Tanrınızla size iyi eğlenceler!”

Lucas Hylar’a doğru yaklaştı, silahı kafasına dayadı. “Ha bu arada, eğer tanrınız gerçekten varsa ona kurallarının bu dünyada işlemediğini söyleyin.”

Lucas, beni sürekli sinirlendirmeye çalışıyordu ama kendimi tutuyordum. Tepki vermemeliydim, yoksa bu işi işkenceye çevirecekti. Hemen bitmesini istiyordum. Gözlerimi kapattım ve eskileri düşünmeye çalıştım. Bir silah sesiyle irkildi vücudum, sonra bir ikincisi geldi. Gözlerimi açmak istemiyordum. Onların ölümünü göremezdim. Lucas’ın bana yaklaştığını hissediyordum, silahı kafama dayadı. Gözümün önünden her şey silindi, bugünün doğum günüm olduğunu hatırladım. Ölümler günüydü doğum günüm. Gözlerimi açtım, yere akan kandamlaları görüyordum. Anlam verememiştim.

“Güle güle Yohan Lorm!”

Küçüklüğümden beri efsane olacağımı sanıyordum, Hylar ile tanıştığımdan beri ise Yohan Lorm efsanesi. Ama olmadı, ben de kendi kendime söyledim “Güle güle Yohan Lorm!”

Ve sonra bir silah sesi daha geldi..

Perşembe, Ekim 6

*12 - Engel

Planımızda sona yaklaşıyorduk ve İstanbul’daydık. Türkiye’deki görevimizi de tamamlayıp dönecektik. Her şey sorunsuz gitmişti. Alabileceğimiz her bilgiyi almış, en üste ulaşmaya çalışmış ve birçok düşmanı saf dışı bırakmıştık. Ama ekipten iki kişi ölmüştü maalesef. Dikkatsizlikleri onlara ölüm olarak geri döndü. Bu işte hata yapmak yasaktır, cezası ağırdır. Ben de hatalar yaptım ve yapacağım, sonuçlarına da katlandım ve katlanacağım.

Bir Perşembe akşamı ekiptekilerden biri kaldığım yere geldi. Roma’dan geliyordu. Halbuki kimsenin gelmemesi gerekiyordu. Haber verilecekse ben verirdim. Niye geldiğini sordum bana Hylar’dan bir mektup olduğunu söyledi. Kötü bir şey olmamasını umuyordum ama biliyordum ki kötü bir şeydi. İyi bir haber için bu tarzda gelinmez. Mektubu açtım ve okumaya başladım.

“Yohan, sevgili oğlum;

Öncelikle şunu bil eğer bu mektubu almışsan başımıza bir şey gelmiş demektir. Bizim yanımızda bıraktığın suskun kızdan şüphe ediyorum. Çok garip davranıyor. Bizi korumaya çalıştığını biliyorum ama yine de güvenemedim. Bizden biri değil gibi.

Bir an önce geri dönmelisin Yohan, sana bu mektubu getiren kişiye gerçekten ciddi bir tehlike altında isek sana götürmesini söyledim.

Uzatmanın anlamı yok, umarım geç kalmazsın Yohan.

Hylar Mono”

Bizi bulmaları çok zordu ancak birinin yardım etmesi gerekiyordu. Ekipten biri olmalıydı. Ama nasıl fark etmemişlerdi hepsini Harm seçmişti. Hepsi sadık gözüküyorlardı, birisine bile ihtimal vermiyordum. Ama biri olmalıydı, gidince öğrenecektim.

Mektubu getiren Samir’di. Ona burada kalmasını söyledim. Samir ile birlikte tekrar yedi kişiydik. Benim gideceğimi ve yerime Diego’nun geçtiğini söyledim.

“Artık yetki sizler de kardeşlerim. Benim Roma’ya dönmem gerekiyor. Sizler bizi değil görevimizi ve amacımızı düşünün. Yapacağımız şeyleri zaten biliyordunuz. Artık uygulama vakti geldi. Belki şu an kimse kahramanlıklarınızı bilmiyor ama ileride dünya sizi anlayacaktır. Tanrı yanınızda olsun kardeşlerim!”

Cuma günü sabaha doğru Roma’ya varmıştım. Dikkatli olmam gerekiyordu, her yerde beni takip ediyor olabilirlerdi. Eve az kalmıştı ancak hiçbir sorunla karşılaşmamıştım, yoksa Samir hata mı yaptı diye düşünmeye başladım. Etrafı iyice gözlemledim, bir sorun göremedim her şey normal görünüyordu. Silahlarımı giydim ve daha temkinli gitmeye başladım. Gizlenmiş olabilirlerdi. Kimseye bir şey olmamasını istiyordum. Birilerini kaybetmeye alışık değildim.

Kapının önüne kadar gelmiştim, her şey sorunsuz ilerlemişti. Eve gireceğimi ve mektubun tamamen yalan çıkacağını umuyordum. Yavaşça kapıyı açtım, içeride kimseyi göremedim. Bu beni rahatlatmıştı.

İşte tam bu noktada insan hata yapar. Her şeyin bittiğini sanırsınız, her şeyin iyiye gideceğini. Tam o sırada ani bir cevap gelir, hiç beklemediğiniz şekilde, hiç beklemediğiniz taraftan.

Kapıyı tamamen açtım ve sol tarafımda Hylar ile Harm’ı gördüm. İkisi de elleri ve ayaklarından duvara asılmıştı. Şoka uğramıştım. Başka kimseyi göremiyordum içeride. Sırtımda soğuk bir isim hissettim, arkamı dönüp karşılık vermek istedim. O sırada yere yığıldım. Sert bir yumruk yemiştim. Evin içindeki irreligiosolular bir anda başıma toplandılar. Hylar ile Harm’ın karşısına beni bağladılar. Sürekli dövüyorlardı. Sonra iki kişi girdi içeri, ikisini de tanımıştım. Demek Hylar haklıymış, o suskun kızmış ihanet eden. Yanındaki de Lucas’tı. Bir sigara yakmıştı Lucas, yüzüme doğru yaklaştı.

“Yine önümde büyük bir engel var Stephan ve yine senin çözebileceğini düşündüm. Anlıyorsun değil mi beni?”