Çarşamba, Ekim 24

*38 - Aydınlık

16 Ağustos 2008 * Madrid

“Öğrendiğin her şey yanlış Yohan, gördüklerin yanılsama, hatta sevdiklerin bile. Bu oyunun içinde kayboluyorsun, kaybediyorsun fakat farkında değilsin. Her şeyin senin açından iyi gittiğini sanıyorsun. Yorulduğunun ve göremediğinin farkında değilsin. Gerçeğin ne olduğunu bilmek ister misin?”

Casca son anlarında ne yapmaya çalışıyordu, beni vazgeçirebileceğini mi düşünüyordu acaba. Gerçi yalan söylüyor gibi durmuyordu, kendinden emin gözüküyordu.

“Eğer beni öldürmezsen sana tüm gerçeği anlatmanın yanında tüm bu düzeni kontrol etme yetkisini de bırakırım. Ancak sen eski haline getirebilirsin bu düzeni. Bunu sen de biliyorsun.”

Zor karar anlarından biriydi. Öldürünce bu iş bitecek miydi? Yoksa düzenin başına geçersem mi biterdi? Ben de o güce kaptırır mıydım kendimi acaba? Birçok cevapsız soru. Casca tekrar konuşmaya başladı.

“Bazen aydınlık gizler insanı, fark edemezsin hiçbir şeyi. Ben senin babanım Yohan. İzin ver de artık her şeyi açıklayayım!”

***

21 Eylül 2010 * Budapeşte

Matyas son okuduğu cümleden sonra şok içindeydi. “Hayır, hayır bu kadar da değil artık. Böyle bir hayat olamaz. Bunlar gerçek olamaz. Üstat çıldırmış kesinlikle.” Durmadan sayıklıyordu kendi kendine. Ne yapacağını bilemiyordu fakat bir sürü fikir geçiyordu aklından. Bir “Üstat’ı aramaya gideyim ve her şeyi öğreneyim.” diyordu, bir “Bunları diğerleriyle konuşup bir karara varalım.” diyordu. Ancak bir türlü karar veremiyor sadece deli gibi dolanıyordu odasında. Fakat hiçbir şeye karar veremedi ve sinirle okumaya devam etti.

***
“Bazen aydınlık gizler insanı, fark edemezsin hiçbir şeyi. Ben senin babanım Yohan. İzin ver de artık her şeyi açıklayayım!”

Fakat buraya gelene kadar birçok şey olmuştu. Hayatımda yaşadığım ilginç olaylar beni buraya kadar sürüklemişti. Ve her geçen gün bir şeyleri açığa kavuşturmak veya bitirmek yerine yeni sorular ve başlangıçlar oluyordu. Yaşadığım hayatın efsane olduğunu veya benim bir kahraman olduğumu düşünenler var. Oysa tek yaşadığım boşluk. Onca uğraş, onca çaba, ölü insanlar, gereksiz bir savaş. Buna son veremiyorsun. Çünkü bu düzen gerekli, birilerinin bu düzeni sağlaması gerekiyor. Yoksa dünyada gerçek bir kaos olurdu. Din, dil, ırk, para, siyaset, devlet.. bunların hepsi insanların ihtiyacı veya doğuştan sahip olduğu şeyler. Fakat hepsinin insanlar üzerinde etkisi var. Bu savaşı bu düzeni insanlar farkında olmadan istiyorlar ve kabulleniyorlar. Herkesin farklı bir isteği ve farklı bir görüşü var. Bunu fark eden insanlarsa bu düzeni kuranlar. Ve bu düzen insanlar var olduğu sürece var olacak. Bunu engellemeye kalkınca anlıyorsun. Tüm insanlığı yok etmen gerektiğini.

***

Matyas her ne kadar sinirle okusa da merak etmeden duramıyordu. “En iyisi kaldığım yerden devam etmek, böyle her şey çok karışıyor.” dedi. Bir süre kaldığı yeri aradı, sayfaları hızlı hızlı çeviriyordu. Sonunda bir sayfada durdu, “İşte burası!”

***

         8 Temmuz 2005 * Münih

         “İnanamıyorum Yohan, dediğin gün ve tarih. Böyle bir şeyden nasıl haberimiz olmaz. Dün Londra’yı bombaladılar resmen. Terörist saldırı diyorlar ama bunu araştıracağım. Yine bir oyun dönüyor olabilir orada. Yüzlerce insan öldü ve bazı çevrelerce biz sorumlu tutuluyoruz. Gerçi El-Kaide üstlendi ama geri planda ise önemsemeyeneler çok. Benim işim olduğunu düşünüyorlar, benim işim olması sorun değil onlar için fakat önceden haberlerinin olması gerektiğini düşünüyorlar. Ki ben yapsaydım haberleri olurdu zaten. Neyse bunlar seni ilgilendiren şeyler değil. Seni başka bir şey için çağırdım. “

         Söylediklerimin gerçek çıkması onun memnun etmişti anlaşılan hem teşekkür edecek hem de bir şeyler isteyecekti. Bakalım bu sefer ne çıkacaktı başımıza.

         “Hatırlarsan zamanında irreligioso için çok değerli iki şahsiyet vardı Miklos ve Lea. Bu ikisini yaklaşık iki sene önce öldürmüştün daha doğrusu benim tahminim bu yönde yoksa kimin yaptığını bilmiyoruz. Ve bu ikisinin bir çocuğu vardı Matyas. Fakat ortadan kayboldu o çocuk. O çocuk o iki kişiden ve onların sağladığı paradan da değerliydi. Senden istediğim şey ise Matyas’ı bana geri getirmen. Yapabilir misin?”

         Şimdi anlaşılıyordu her şey. O zaman Roma’daki toplantıda çocuk için bu kadar tepki vermesi bu yüzdenmiş. Demek ki özel bir şeyler var Matyas da ve sanırım ne olduğunu biliyorum.

         “Sanmıyorum Casca. Kim bilir nerededir şimdi, yaşıyor mudur o bile bilinmez.”

         Casca tehditkar bir şekilde konuşmaya başladı.

         “O çocuğun sende olduğunu biliyorum Yohan! Eğer onu bana getirmezsen tüm irreligioso tekrar sana düşman olacaktır!”

         “İrreligioso hiçbir halt yapamaz artık! Hem istediğin düşmanlığı yapabilirsin! Arkanda kim duracak acaba çok merak ediyorum!”

         İkimiz de boş konuşuyorduk, blöf olduğunu biliyorduk. Sonuçsuz kalacağını da. Ki öyle de oldu o çocuğu bana getir dedi ve ayrıldı. Ben de evime dönüyordum ve yapacağım ilk iş belliydi. Sırrı çözmek.

         10 Temmuz 2005 * Budapeşte

         Dersin ortasında bir anda böldüm Andrew’in konuşmasını ve herkesin dikkatini toplamasını istedim. Tüm ekibi de çağırmıştım. Kitaptan birkaç kelimeyi buraya yazdım ve anlayan olup olmadığını sordum. Joseph ise istekli bir şekilde sordu:

         “Bize de mi soruyorsun Üstat?”

         “Tabi ki şu an burada bulunan herkese soruyorum!”

         Ve önce birkaç öğrenci anladığını söyledi fakat okuduklarında yanlış olduğu ortaya çıktı. Daha fazla öğrenci çıkmayınca ekibime döndüm. Hepsi anladıklarını söylüyorlardı. İlk sözü Matyas’a verdim, sonra Joseph’e ve sonra Emre’ye diğerlerine sormama gerek kalmamıştı. Olayı anlamıştım, Harm’ın topladığı kişilerin hepsi bu kitabı anlayabiliyorlardı. Matyas ise onların elinde kalan tek kişiydi ve şimdi Casca onu geri istiyordu. Seni onlara geri vermeyeceğim Matyas! Hiçbirinizi geri vermeyeceğim! Hayatlarınızın mahvolmasına izin vermeyeceğim, benimki gibi bir hayatınızın olmasına!