Pazar, Şubat 12

*27 - Körmüşüz!

7 Ekim 2003 * İstanbul

Birkaç gündür hem dinlendim hem İstanbul’u gezdik hem de buradaki sistem hakkında birçok şey öğrendim. Emre’ye de geri dönmesini ve oradaki eğitimlere devam etmesini söyledim. Ayrıca diğerlerine de burada olduğumu söylememesini istedim. Emre bana güveniyordu ben de ona güveniyordum. Çok yaş farkı yoktu aramızda ama bana gerçekten çok saygı duyuyordu. Ben de ona karşı hep arkadaşım gibi davranıyorum. Eğer durumumuz değişmezse bu işi Emre’ye bırakabilirim.

Barış bana burada kullandıkları silahları ve sahip oldukları yerleri gösterdi. Ayrıca kaç kişinin onlara bağlı olduğunu. Yıllardır süregelen geleneklerini o da devam ettiriyordu ve en önem verdiği ekibi de onlardı; “Fedailer”. Ciddi bir eğitimden geçiyorlardı ve çok sıkı bir şekilde birliklerine bağlıydılar. Onların o gücünü gördükten sonra “irreligioso”ya karşı önemli bir güç elde ettiğimi düşündüm. Barış’ın daha ben ona sormadan önermesi ise işimi kolaylaştırdı.
Barış ile aramda üç yaş var ve Emre’nin dediği gibi benzer yönlerimiz fazla. O yüzden onunla çalışmak rahat oluyor. Ara sıra uzaklara dalıp gitse de bunu normal karşılıyorum. Hiçbir şey için acelem yok.

“Biliyorsun Barış, daha önce de söylediğim gibi savaştığım ekip irreligioso. Belki duydun belki duymadın ama onları karşına almak istediğinden emin misin? Büyük bir güçle savaşmak belki de benim yüzümden sahip olduğun son şeyi de kaybedeceksin.”

“Zaten her şeyimi kaybettim Yohan. Önce kendimi, sonra ailemi ve sonra da Jessica’yı. İnancımı da kaybetmek istemiyorum Yohan. Hala bir şeyleri düzeltebilmeye olan inancımı. Eğer dediğin gibiyse bu irreligioso. O halde tüm birliğim bu yolda ölmeye hazır kardeşim.”

Barış’ın kararlılığı beni sevindirmişti. Artık başlamaya hazırız demekti bu. Kafamda oluşturduğum planı onlara açıkladım ve Barış’a askerlerine görevlerini vermesi için listeleri verdim. Her ayın 13’ünde birilerinin canı yanacaktı. Ve başta fedailer olmak üzere birçok kişi dünyanın farklı yerlerine dağıldılar. Takip edecekler, bilgi toplayacaklar ve öldüreceklerdi. Ben ise daha farklı bir amaç peşindeydim. Bunun için oradan ayrılıp Roma’ya gitmem gerekiyordu. Barış ile daha sonra görüşmek üzere vedalaştık. Beni bizim ekiptekilerin haberi olmadan haberdar etmesini istedim. Kendi adamlarından birilerini gönderebileceğini söyledi. Artık Roma yolu gözükmüştü.

“À bientôt Barış”

***

12 Ekim 2003 * Roma

Roma! Beni buraya ilk getirdiklerinde kendimden geçmiştim. Ve hepsini öldürmeye yemin etmiştim. Şimdiyse onların arasına girmek için buradaydım. Eğitim sırasında “Stone” lakabı olan birisi vardı, eğitimden sonra sürekli Roma’ya gideceğini söylerdi bana. Onu bir şekilde bulmalıydım, belki denk gelir umuduyla ara sıra o bir buçuk sene önce gittiğim ve adeta katliam yaptığım evin oralarda dolanıyordum. Ve birkaç gün sonunda onu bir kırtasiyenin önünde gördüm.

“Hey, Stone! Hey! Nasılsın dostum?”

Stone garip garip suratıma baktı. Bu lakabı nereden bildiğimi soruyordu.

“Benim dostum, Muet! Hatırlamadın mı? Saçlarımı uzatmaya karar verdim belki o yüzdendir.”

Sonrasında hatırladı tabi. Biraz eski günleri konuştuk. Onu mutlu görmüştüm.

“Demek Roma ha. Hayalini gerçekleştirmişsin dostum.”

“Evet Muet, hayalim gerçek oldu. Burada gerçekten mutluyum. Ama esas sen ne yapıyorsun? Paris’te olduğunu duymuştum en son. Hangi rüzgar attı seni buraya?”

“Bilirsin Stone, öğrendiğimiz neyse onu yapıyordum. Ama çok sıkıldım artık daha büyük şeyler yapmak istiyorum. Anlarsın ya, senin de şu an yaptığın şeyi. Aslında geliş sebebim de bu, artık birliğe girmek istiyorum Stone.”

“Bu, bu gerçekten güzel bir haber Muet. Senin gibi birinin girmesini çok isteriz. Aslında müthiş olur biliyor musun, çünkü bu aralar gerçekten tam bir baş belası ile uğraşıyoruz. Yohan Lorm diye biri, gerçekte kim olduğunu kimse bilmiyor. Kimi diyor bize ihanet edenlerden biri kimi diyor Roma imparatoru, kimi öyle birinin olmadığını söylüyor. Kim olduğu umurumda değil ama bize çok zarar verdiği açık. Her neyse bunu daha sonra düşünürüz. Bak ne diyeceğim, aslında zamanlaman çok iyi. Her ayın 13’ünde toplantımız oluyor. Yarınkine katıl sen de. Saat 20’de yine burada ol. Seni gelip alırım.”

İşte bu! Stone beni hatırlamış ve aralarına kabul etmişti. Artık “irreligioso günleri” başlıyordu. Onlardan biri olmanın zamanı gelmişti.
***
16 Temmuz 2010 * Prag

Tüm bunları okuduktan sonra Matyas’ın kafası karışmıştı. Neler dönüyordu öyle? Bir yandan onları öldürmek için Suikastçılarla çalışıyor bir yandan da onların içine girmeye çalışıyordu ve onca yıldır bu yaptıklarından hiç haberleri olmamıştı. Nasıl bir insan bu Yohan diye geçirmeye başladı aklından. “Nasıl yaşayabildin o kadar farklı kişiyi tek bedende? Yaşadıklarını kimseyle paylaşmadan nasıl durabildin? Gerçekten bu kadar duygusuz biri tarafından mı eğitildik biz? Hakikaten körmüşüz!”

Salı, Şubat 7

*26 - Paris - Y.L.

Hywl okumayı bitirdiğinde hepsinin üstüne ağırlık çökmüştü sanki. Dünyayla bağları kopmuştu ve müthiş bir sessizlik hakimdi salona. Emre en büyükleri olarak konuşmaya hazırlanıyordu ki Matyas koşarak gizli kapıyı açtı. Üstatlarına yetişeceğini düşünüyordu. Babasını kaybetmiş gibi hissediyordu. Yohan’ın ona ayrı bir ilgisi vardı ve onu tek başına yetiştirmiş sayılırdı. Ağlamamak için zor tutuyordu kendini. O gizli yolda koşuşturuyordu, arkasından da diğerleri geliyordu. Emre ona durması için bağırıyordu ama Matyas’ın hiç durmaya niyeti yoktu. Sonunda farklı bir yöne giden yol buldu. Durdu ve diğerlerine bağırıyordu.

“Hey! Buldum galiba, buradan gitmiş olmalı!”

Diğerleri sonunda yetiştiler Matyas’a ve Emre konuşmaya başladı.

“Matyas, biliyorum hepimiz için zor bir durum ama onu bulamayız. Burada onlarca geçit var. Kim bilir hangisinden gitti? Belki şimdiye çıkmıştır bile. Artık bulmamız imkansız. Üzgünüm ama yapabileceğimiz en iyi şey, bize bıraktığı günlüğü okumak. Bu sırada da tüm eğitimlere sanki Üstat buradaymış gibi devam edeceğiz. Birimiz kendini hazır hissedene kadar veya Üstat çıkıp da gelene kadar bu böyle devam edecek. Şimdi geri dönüp sırayla şu günlüğü okuyalım ve birbirimize neler çıkardığımızı anlatalım. Böylece en iyi şekilde anlamış oluruz Üstad’ı.”

Matyas bu durumdan hiç hoşlanmamıştı ama Emre haklıydı. Geri döndüler ve ilk Matyas okumak istedi. Matyas’ın derinden etkilendiğini fark ettikleri için kabul ettiler. Matyas artık her gece okuyabildiği kadarını okuyordu. O yedi yılda neler yaşandığını öğrenmeye başlamıştı. Önsözden sonra Üstat günlüğüne bir isim vermişti ve adının baş harfleri yazıyordu.

---“PARİS – Y.L.”---

3 Ekim 2003 * Prag

Karl’dan duyduğum şeyler beni çok etkiledi. Dediklerinde çok haklıydı. Neyimiz vardı ki ne ile savaşıyorduk? Hiçbir yerden destekçimiz yok ve bunu değiştirmeliyiz. Bunun için ekibimdekilere yeni görevler vereceğim. Lisa’ya ise ne görev vereceğimden hala emin değilim. Onu çözebilmek benim için çok zor. Acaba gerçekten aşık mı yoksa hala gizli işler peşinde mi? Belki onu yaptığım işlerden uzak tutacak bir iş verebilirim. Bunu bir ara düşüneceğim. Şimdi ise şu defterle ilgili bir şey bulmalıydım. Emre bana İstanbul’da bir arkadaşının olduğunu ve bize yardım edebileceğini söylemişti ama o zaman kabul etmemiştim güvenli bulmadığım için. Şimdi ise işi hızlandırmam gerekiyordu. Emre’ye durumu açıkladım ve hemen gidebileceğimizi söyledi.
Yolda Emre ile konuşmaya başladım. Barış’ı nereden tanıdığını merak etmiştim. Emre derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.

“Aslında biz Barış ile çocukluk arkadaşıyız. Tabi sonra ben Harm ile karşılaştım o da bana bu suikastçıların arasında eğitim almamı söyledi. Nedenini bilmiyorum ama Harm’dan etkilenmiştim ikna etmekte çok başarılıydı. O montlardan ve flaş olayından geçtim. Bir bakıma öldüm ve yeniden doğdum. Senin aksine onlar biraz daha teknolojik çalışıyorlar. Daha sonra eğitimimi tamamladıktan sonra oradan bir şekilde ayrılmam gerekiyordu. Ve açıkçası suikastçıların kendi içinde bozukluklar vardı. Barış’ın onları düzeltebileceğini düşünüyordum ki öyle de oldu. Kısa bir süre önce birliklerinin başına geçti o da senin gibi çok genç ve doğruların peşinde koşmaktan korkmayan birisi. Ama bu yolda sevdiği kızı da kaybetti, Jessica’yı. Sonuçta aslında Barış’ı tüm bu işin içine sürükleyen bendim. O zamanlar adım Hose idi. Barış’ı o posterleri karıştırırken gördüğümde tanımıştım. Ve birilerinden kaçıyormuş gibi koşmaya başladım sonra Barış’a çarptığım gibi montlarımızı değiştirdim. Daha sonra onunla tekrar görüştüm ve her şeyi açıkladım. İlk başta çok kızsa da sonra bu yaşamıyla kendini bulduğunu söyledi ve Jessica’dan bahsetti. Daha mutluydu ta ki Jessica ölene kadar. Ama kendini bırakacağını sanmıyorum Barış’ın o güçlü biridir. Bize yardım edecektir. Ayrıca geçmişe gittiğine dair söylentiler var ama kimse bunu bilmiyor tabi. Aslında birbirinize çok benziyorsunuz Üstat.”

Demek Emre’nin yetenekleri buradan geliyordu. Arkadaşını nasıl bir olayın içine atmıştı kim bilir? Suikastçılar hakkında da çok şey okumuştum ve inançsız olmaları bana güven vermiyordu. Yine de bu sefer önyargımı yıkıp onlardan yardım almaya karar verdim. Hem karşımda bu sefer o bildiğim suikastçı düzenine karşı çıkan bir suikastçı vardı. Bu arada da İstanbul’a gelmiştik. Uçaktan indiğimizde Barış’ın bizi tek başına karşılamaya geldiğini gördük.

“Benvenuti a İstanbul, Yohan!”

“Grazie, Barış! Hoş bulduk fakat ben İtalyan değilim.”

Gülerek cevap verdi Barış.

“Kusura bakma dostum, Emre bana Kutsal Roma İmparatoru olduğunu söyledi. Ben de sandım ki İtalyansın.”

“Aslına bakarsan Barış, henüz nereli olduğumu ben de bilmiyorum?”

Barış elini omzuma koydu ve kendinden emin bir şekilde konuşuyordu.

“Merak etme kardeşim, sana savaşında yardım etmeye hazırız.”