“Öğrendiğin her
şey yanlış Yohan, gördüklerin yanılsama, hatta sevdiklerin bile. Bu oyunun
içinde kayboluyorsun, kaybediyorsun fakat farkında değilsin. Her şeyin senin
açından iyi gittiğini sanıyorsun. Yorulduğunun ve göremediğinin farkında değilsin.
Gerçeğin ne olduğunu bilmek ister misin?”
Casca son
anlarında ne yapmaya çalışıyordu, beni vazgeçirebileceğini mi düşünüyordu
acaba. Gerçi yalan söylüyor gibi durmuyordu, kendinden emin gözüküyordu.
“Eğer beni
öldürmezsen sana tüm gerçeği anlatmanın yanında tüm bu düzeni kontrol etme
yetkisini de bırakırım. Ancak sen eski haline getirebilirsin bu düzeni. Bunu
sen de biliyorsun.”
Zor karar
anlarından biriydi. Öldürünce bu iş bitecek miydi? Yoksa düzenin başına
geçersem mi biterdi? Ben de o güce kaptırır mıydım kendimi acaba? Birçok
cevapsız soru. Casca tekrar konuşmaya başladı.
“Bazen aydınlık
gizler insanı, fark edemezsin hiçbir şeyi. Ben senin babanım Yohan. İzin ver de
artık her şeyi açıklayayım!”
***
21 Eylül 2010 *
Budapeşte
Matyas son okuduğu
cümleden sonra şok içindeydi. “Hayır, hayır bu kadar da değil artık. Böyle bir
hayat olamaz. Bunlar gerçek olamaz. Üstat çıldırmış kesinlikle.” Durmadan
sayıklıyordu kendi kendine. Ne yapacağını bilemiyordu fakat bir sürü fikir
geçiyordu aklından. Bir “Üstat’ı aramaya gideyim ve her şeyi öğreneyim.”
diyordu, bir “Bunları diğerleriyle konuşup bir karara varalım.” diyordu. Ancak
bir türlü karar veremiyor sadece deli gibi dolanıyordu odasında. Fakat hiçbir
şeye karar veremedi ve sinirle okumaya devam etti.
***
“Bazen aydınlık
gizler insanı, fark edemezsin hiçbir şeyi. Ben senin babanım Yohan. İzin ver de
artık her şeyi açıklayayım!”
Fakat buraya
gelene kadar birçok şey olmuştu. Hayatımda yaşadığım ilginç olaylar beni buraya
kadar sürüklemişti. Ve her geçen gün bir şeyleri açığa kavuşturmak veya
bitirmek yerine yeni sorular ve başlangıçlar oluyordu. Yaşadığım hayatın efsane
olduğunu veya benim bir kahraman olduğumu düşünenler var. Oysa tek yaşadığım
boşluk. Onca uğraş, onca çaba, ölü insanlar, gereksiz bir savaş. Buna son
veremiyorsun. Çünkü bu düzen gerekli, birilerinin bu düzeni sağlaması
gerekiyor. Yoksa dünyada gerçek bir kaos olurdu. Din, dil, ırk, para, siyaset,
devlet.. bunların hepsi insanların ihtiyacı veya doğuştan sahip olduğu şeyler.
Fakat hepsinin insanlar üzerinde etkisi var. Bu savaşı bu düzeni insanlar
farkında olmadan istiyorlar ve kabulleniyorlar. Herkesin farklı bir isteği ve
farklı bir görüşü var. Bunu fark eden insanlarsa bu düzeni kuranlar. Ve bu
düzen insanlar var olduğu sürece var olacak. Bunu engellemeye kalkınca
anlıyorsun. Tüm insanlığı yok etmen gerektiğini.
***
Matyas her ne
kadar sinirle okusa da merak etmeden duramıyordu. “En iyisi kaldığım yerden
devam etmek, böyle her şey çok karışıyor.” dedi. Bir süre kaldığı yeri aradı, sayfaları
hızlı hızlı çeviriyordu. Sonunda bir sayfada durdu, “İşte burası!”
***
8 Temmuz 2005 * Münih
“İnanamıyorum Yohan, dediğin gün ve
tarih. Böyle bir şeyden nasıl haberimiz olmaz. Dün Londra’yı bombaladılar
resmen. Terörist saldırı diyorlar ama bunu araştıracağım. Yine bir oyun dönüyor
olabilir orada. Yüzlerce insan öldü ve bazı çevrelerce biz sorumlu tutuluyoruz.
Gerçi El-Kaide üstlendi ama geri planda ise önemsemeyeneler çok. Benim işim
olduğunu düşünüyorlar, benim işim olması sorun değil onlar için fakat önceden
haberlerinin olması gerektiğini düşünüyorlar. Ki ben yapsaydım haberleri olurdu
zaten. Neyse bunlar seni ilgilendiren şeyler değil. Seni başka bir şey için
çağırdım. “
Söylediklerimin gerçek çıkması onun
memnun etmişti anlaşılan hem teşekkür edecek hem de bir şeyler isteyecekti.
Bakalım bu sefer ne çıkacaktı başımıza.
“Hatırlarsan zamanında irreligioso için
çok değerli iki şahsiyet vardı Miklos ve Lea. Bu ikisini yaklaşık iki sene önce
öldürmüştün daha doğrusu benim tahminim bu yönde yoksa kimin yaptığını
bilmiyoruz. Ve bu ikisinin bir çocuğu vardı Matyas. Fakat ortadan kayboldu o
çocuk. O çocuk o iki kişiden ve onların sağladığı paradan da değerliydi. Senden
istediğim şey ise Matyas’ı bana geri getirmen. Yapabilir misin?”
Şimdi anlaşılıyordu her şey. O zaman
Roma’daki toplantıda çocuk için bu kadar tepki vermesi bu yüzdenmiş. Demek ki
özel bir şeyler var Matyas da ve sanırım ne olduğunu biliyorum.
“Sanmıyorum Casca. Kim bilir nerededir
şimdi, yaşıyor mudur o bile bilinmez.”
Casca tehditkar bir şekilde konuşmaya
başladı.
“O çocuğun sende olduğunu biliyorum
Yohan! Eğer onu bana getirmezsen tüm irreligioso tekrar sana düşman olacaktır!”
“İrreligioso hiçbir halt yapamaz artık!
Hem istediğin düşmanlığı yapabilirsin! Arkanda kim duracak acaba çok merak
ediyorum!”
İkimiz de boş konuşuyorduk, blöf
olduğunu biliyorduk. Sonuçsuz kalacağını da. Ki öyle de oldu o çocuğu bana
getir dedi ve ayrıldı. Ben de evime dönüyordum ve yapacağım ilk iş belliydi.
Sırrı çözmek.
10 Temmuz 2005 * Budapeşte
Dersin ortasında bir anda böldüm Andrew’in
konuşmasını ve herkesin dikkatini toplamasını istedim. Tüm ekibi de çağırmıştım.
Kitaptan birkaç kelimeyi buraya yazdım ve anlayan olup olmadığını sordum.
Joseph ise istekli bir şekilde sordu:
“Bize de mi soruyorsun Üstat?”
“Tabi ki şu an burada bulunan herkese
soruyorum!”
Ve önce birkaç öğrenci anladığını
söyledi fakat okuduklarında yanlış olduğu ortaya çıktı. Daha fazla öğrenci
çıkmayınca ekibime döndüm. Hepsi anladıklarını söylüyorlardı. İlk sözü Matyas’a
verdim, sonra Joseph’e ve sonra Emre’ye diğerlerine sormama gerek kalmamıştı.
Olayı anlamıştım, Harm’ın topladığı kişilerin hepsi bu kitabı
anlayabiliyorlardı. Matyas ise onların elinde kalan tek kişiydi ve şimdi Casca
onu geri istiyordu. Seni onlara geri vermeyeceğim Matyas! Hiçbirinizi geri
vermeyeceğim! Hayatlarınızın mahvolmasına izin vermeyeceğim, benimki gibi bir
hayatınızın olmasına!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder