Çarşamba, Ağustos 29

*36 - Gibi

19 Eylül 2004 * Münih

Herkesin elleri ve ayakları bağlıydı. Lisa ve Stone da buradaydı. Onların da burada olması ilginç olmuştu. Normalde ayrılmaları gerekirdi şimdiye kadar. Oysaki şimdi acı çekiyorlardı. Barış’ın adamları hepsini bağlamışlardı. Barış ise beni tutuyordu. Irreligiosolular karşımda dayak yiyorlardı. Bir anda benim de suratıma bir yumruk indi. Barış konuşmaya başlamıştı. Hepsinin kapüşonları çekili ve yüzleri maskeliydi..

“Beni iyi dinleyin beceriksizler! Bir daha bizimle oynarsanız herhangi bir aptallık yaparsanız hepinizi yok ederim. Anladınız mı? Yok ederim!”

Barış yeterince sinirliydi ve sonra beni alıp ayrı bir odaya götürüyordu.

“Ayrıca ciddiyetimizi anlamanız için sizden birini öldüreceğiz. Söylediklerimi herkese duyurun. Kime bulaştığınızı bilmiyorsunuz. Daha doğrusu bilmiyordunuz!”

Lisa ve Stone’un yüzündeki şaşkınlık, korku ve intikam isteği belli oluyordu. İkisi de benim Yohan olduğuma inanıyorlardı. Daha doğrusu Jose Adrian’ın. Barış ile odaya girdiğimizde ben üstümdeki kıyafetleri çıkardım. Odanın ortasına üstüm çıplak bir şekilde geçtim. Burası dışarıdan görülüyordu. Bilerek buraya geçmiştim çünkü Lisa ve Stone’un hatta herkesin öldüğümü görmesini istiyordum. Tabi ki bu gerçek bir ölüm değildi. Bir oyundan ibaretti. Barış birkaç kez ateş etti. Ben de yere yığılmıştım. Başımın arkasını arkamdaki duvardan aşağı doğru kaydırdım. Başıma sürdüğüm kan duvara yayılmıştı. Barış birkaç kez daha ateş etti. Yerlere de kan serptik. Her şey tamam gibiydi artık benim gizli kapıdan çıkma zamanım gelmişti. Barış ise odayı ateşe verip çıktı. Odada bulunanlara doğru konuşuyordu.

“Ölümün kesin olması en güzeli.”

Barış ile kaldığım otelde buluştuk. Tabi ki Stone’un beni yakaladığı o günden sonra otelimi değiştirmiştim.

“Ne dersin Yohan sence işe yaramış mıdır?”

“Bakalım yarın göreceğiz. Casca ile bulaşacaktım özel bir görüşme olacak. Her şey açığa çıkar yarın.”

“Yardıma ihtiyacın olursa diye bir süre daha buralardayım.”

“Sağol kardeşim. Emin ol yaptıklarının karşılığını bir gün alacaksın.”

“Her zaman yaptıklarımızın karşılığını alırız Yohan.”

Gülüşmüştük ama haklıydı. Hep böyledir.

***

20 Eylül 2004 * Münih

Casca’yı bekliyordum. Dachau tarafında şehirden ve gözden biraz daha uzak bir yerde buluşmak istemiştim. Ve Casca’da gelmişti.

“Senin öldüğünü söylediler!”

“Ama yine de geldin.”

“Yine de geldim. Emin olmak istedim. Neden böyle bir şey yaptın ki?”

“Burada bulunan Nazi kampını biliyorsun değil mi? Hatta şimdilerde Almanlar orayı utanç merkezi olarak görüyor.”

“Tabi ki biliyorum. Ama konumuzla ne alakası var?”
“Orada sence gerçekten Yahudiler ölmüş müydü? Yoksa ölmüş gibi mi gösterdiler?”

“Tabi ki Yahudiler öldü orada. O dönem bir holocaust yaşandı.”

“Bence yanlış biliyorsun. Hatta ne düşünüyorum biliyor musun? Bu da sizin işlerinizden biri olabilir. Orada tek bir Yahudi’nin bile öldüğünü sanmıyorum. O savaştan sonra siz de geliştiniz değil mi? Tamamen yeni bir düzen. Ve sizlerin kontrolü altına geçti. Yahudileri kullandınız. Onlar da başkalarını. Ama esas nokta ne burada? Herkese gösterilen sahte ölümler! İnsanların ayaklanmasına ve yeni bir düzen istemelerine sebep oldu. Ben de aynı taktiği uyguluyorum. Ölümümle birlikte birçok şey değişecek. O yüzden size geldim efendim. Artık daha rahat çalışabilirim. Ve insanların size olan güveni artacak. Çünkü benim Yohan olduğumu düşünüyorlardı.”

“Jose.. Jose.. Her zaman ilginçti fikirlerin ve bakış açın. Hep de öyle olacak anlaşılan. Ama bir noktayı kaçırıyorsun ki. Onlar senin Yohan olduğunu düşünüyorlardı ben ise biliyorum.”

Evet, hep düşündüğüm ve korktuğum şey doğruymuş. Yohan olmadığımı mı savunmalıydım acaba? Yoksa nasıl anladığını mı sorgulamalıydım? Yoksa öldürmeli miydim? Hangisinin en iyi sonuç olacağına bir türlü karar veremiyordum. Ben karar veremeden Casca devam etti.

“En başından beri biliyorum senin kim olduğunu. Başına neler geldiğini ve daha fazlasını.”

“Peki neden öldürmedin beni?”

“Çünkü sen bana canlı lazımsın. Anlasana Jose sen herkesten farklısın. Zekan, dayanıklılığın ve diğer şeyler. Herkesten üsttesin sen. Ayrısın. Bütün o yaşadıklarından sadece senin hayatta kalman normal bir olay mı sence? Fakat bilmediğin şey şu ki daha fazlasına sahip olabilirsin. Ancak anladığım kadarıyla sana bırakılan şeyin ne olduğunu bilmiyorsun.”

“Bir dakika kafamı çok karıştırıyorsun. Benim başımdan geçenleri nasıl biliyorsun? Sen de kimsin? Bana bırakılan şey de ne?”

“Sakin ol Yohan. Henüz hiçbir şey duymadın. Annen ile ve amcanla aramızın bozulmasının sebebi bu. Tüm o uydurma kazaların ve ölümlerin sebebi sensin. Aslına bakarsan sen hiç olmadın Yohan. Hiçbir yerde kaydın yok. Jose Adrian adını kullandın ancak o tamamen farklı biri. Seni iki tarafta korumak istedi. Çünkü o kitabı ancak sen anlayabiliyordun. Ve okuduğun şeyler her şeyi değiştiriyordu. Oradan çıkardığın anlamlar bizi yönlendiriyordu. Tıpkı geleceği görmek gibi. Ama sonra annen ve amcan korktular. İnsanlığa zarar vereceğini düşündüler. Ve sonra durum gittikçe kötüleşti. Ben irreligioso’u kullanabileceğimi düşündüm. Çünkü güçlülerdi ve seninle birlikte daha da güçlü olabilirlerdi. Fakat o kitabı hiçbir zaman bulamadım. Şimdi irreligioso’nun başındayım ve birçok yetkiye sahibim. İstersem anında bir ülkede iç savaş çıkartabilirim. İstersem bir ülkenin ekonomisini çökertebilirim. Ama neye yarar ki? İleriyi bilmeden bir şeyler değiştirmenin hiçbir etkisi yok. Güç bu değil güç ne yapabileceklerini bilmek olurdu. Ancak sen gittin onları tercih ettin. Ve şimdi de o adresi bilmem gerekiyor. Daha fazla güç istiyorum ve bunu elde edene kadar durmayacağım.”

Bu benim onun kölesi gibi çalışmam anlamına geliyordu. Ama tüm bu olanları nereden biliyordu. Anlaşılan yakın biriydi. Belki babam belki de başka bir amcam veya farklı bir akraba. Ya da bir dostlarıydı belki de. Şimdi düşünmek istemiyorum. Aslında o sırada aklımdan onu öldürmek de geçiyordu. Her şeyi bitirmek için. Ama daha sonra bu kitap sayesinde onu kullanabileceğimi düşündüm.

“Tamam, tamam. Sana o kitabı bulacağım. Ama nerededir bilemiyorum. Çok fazla evim var. Hangisindedir acaba emin değilim.”

“Yine o kıvrak zekanı kullanıyorsun biliyorum, şimdi de bir şeyler isteyeceksin.”

Gerçekten de haklıydı. Ondan irreligioso’nun bize bulaşmamasını istedim. Ayrıca ben de irreligioso’yu istediğim zaman kullanabilecektim. Her şey istediğim gibi sonuçlanmıştı. Artık onları bitirmiş sayılırdım. Ancak şimdi hem o kitabı bulmak hem de bu adamın kim olduğunu öğrenmek istiyordum. Hem biraz da merkezleri gezmem gerekiyordu. Irreligioso beni çok oyalıyordu. Böyle bir rahatlık en güzeli. Eve dönme vakti.

***

25 Eylül 2004 * Budapeşte

Sonunda tekrar evde olmak güzel. Çoğu zaman olduğu gibi yine Emre karşıladı beni.

“Hoş geldin Üstat. Uzun zamandır uğramıyordun.”

“Evet Emre gezmek kolay iş değil, gittikçe kalabalıklaşıyoruz ve yeni yerler açmak lazım. Burada işler nasıl?”

“Açıkçası burası da yetersiz kalmaya başladı yeni bir yer açmak lazım. Siz yokken biz birkaç yer baktık. Güvenli ve bize uygun duruyorlar. Siz de bakmak ister misiniz?”

“Size güveniyorum Emre. Dediğin gibi burası yetersi olacak artık. Buradakilerin yarısını oraya aktarın. Başında da şimdilik Andrew dursun. Artık daha hızlı eğitmen yetiştirmemiz gerekiyor. Yakında çok daha fazlasına ihtiyacımız olacak. Bir de Lisa geldi mi haberin var mı?”

“Dediklerinizi uygulamaya koyacağız hemen Üstat. Ayrıca Lisa da geldi Üstat ama odadan pek çıkmadı.”

Bakalım neler olacaktı. Lisa beni görünce ne hissedecekti. İçeriye girdim Lisa kitap okurken uyuyakalmıştı. Önce seslendim biraz ve uyanmayınca hafifçe sarstım. Kalkışı çok ani oldu çünkü şok içinde kalmıştı.

“Benim Lisa, Yohan!”

“Ama nasıl olur.. sen..”

Sonra durakladı az kalsın pot kıracaktı. Ama hemen fark edip geri adım attı. Ve hemen sarıldı bana.

“Ben seni seviyorum Muet!”

“Ben de seni seviyorum Lisa, tıpkı beni sevdiğin gibi..”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder