Perşembe, Aralık 22

*22 - Hayalet

Matyas ve Andrew kapının sol tarafına geçmişlerdi ve kapı açıldığında içeriyi görebileceklerdi. Joseph ve Emre ise sağ taraftalardı. O adam kapıdan çıktığı gibi Emre adamın bacağına sert bir tekme attı. Adamın çığlığıyla birlikte yere düşmesi ve ardından çatışmanın başlaması çok hızlı gelişti. Matyas ve Andrew de içeride gördüklerini vuruyorlardı. Ben ise önce ilk çıkan adama zehrimi attım. Ardından arkasında beliren dört kişiye de zehir attım. İçeri girme vakti gelmişti. Önce ben girdim içeri ardımdan da Matyas girdi. Hemen sol tarafıma dönüp kapının arkasına baktım ve uzaktakine hançerimi fırlattım yakınımdakine ise gizli bıçağımı sapladım. Matyas ise son kişiyi öldürmeye gidiyordu. Adamı dizlerinin üstüne çöktürdü ve hançerini saplamak üzere çıkardı.

“Matyas! Dur!”

Ondan alacağımız bilgiler vardı, o yüzden Matyas’ı engellemeye çalışmıştım. Ve geç de kalmamıştım. Adamın üstünü arayıp işe yarar bir şey olup olmadığına baktık. Üstünde hiçbir şey yoktu. Etrafta önemli bir şey olup olmadığını merak ediyordum ama adamı burada sorgulayıp sorgulamamakta kararsızdım. Sonuçta onların mekânıydı ve güvensizdi. Yine de burada önemli şeyler bırakmak istemiyordum. Adamı sorguya çektik ve fazla üstünde durmadığımız için cevap alamadık.

“Seninle sonra uğraşacağım pislik!”

Adamın ellerini ayaklarını ve gözlerini bağlamalarını söyledim. Onu kendi mekanımıza götürecektim. Eninde sonunda konuşacaktı ya da ölecekti.

“Evet! Bakalım ne kadar dayanıklısın Kevin!”

Adını nereden öğrendiğimi sorup durmaya başladı. Ekiptekiler de şaşkındı açıkçası.

“Tek gereken şey dikkat Kevin. Kol düğmelerinin üstüne yazdırmışsın adını. Ve şimdi de benim sorularıma gelelim. Bir üstünü istiyorum Kevin ve ayrıca bildiğin diğer şeyleri de istiyorum. İsteklerimi alamazsam neler yapabileceğimi eminim görmüş ya da duymuşsundur.”

Kevin daha korkak çıkmıştı. Titrek bir sesle konuşmaya başladı.

“Seni biliyorum, seni duydum. Her şeyi söyleyeceğim yeter ki bana zarar vermeyin. Bakın, tek bildiğim üstümde Tayfun adında birinin olduğu. Her cumartesi öğleden sonra saat beş gibi onla Zincirli Köprü’nün Peşt tarafında buluşuruz. Hiç haberleşmeyiz ve bir değişiklik olmazsa her zaman aynı saate oradayızdır. Değişiklik ise o esnada ikimiz arasında konuşulur. Başka türlü temasa geçemezsin. Yemin ederim, tüm bildiğim bu kadar.”

“Neye yemin ediyorsun gerizekalı, hani inancın yoktu? Hem tüm bildiğin de bu kadar falan değil. Herkes daha fazlasını bilir Kevin, senden öncekilerin hepsi de bir şeyler görmüş ya da duymuş olduklarını hatırladılar. Sadece hatırlatıcı şeyler gerek. Ve sen de eninde sonunda söyleyeceksin bildiklerini.”

Kevin hala umutsuzca kendini inandırmaya çalışıyordu.

“Yemin ederim tüm bildiklerim bu kadar. Lütfen gitmeme izin verin.”

“Sakin ol Kevin, şimdi yeni bir hatırlatıcı kullanacağız senin üstünde.”

Emre’ye kalın çivileri ve çekici getirmesini söyledim, diğerlerinden de Kevin’in ellerini de duvarda sabit tutmalarını istedim.

“Şimdi Kevin bu yeni bulduğum bir yöntem ve işe yarayıp yaramadığını sende göreceğiz. Parmaklarını sırayla bu duvara çakacağız. Sen bir şeyleri eksik söyledikçe veya hatırlamadıkça sana yardımcı olacağız Kevin. O yüzden şimdi son kez soruyorum, bana vereceğin isimler ve adresler var mı Kevin?”

Her zaman zorlarlar sizi, blöf yaptığınızı sanırlar, zarar veremeyeceğinizi. Ve sonra insan acıya dayanamayıp cevabı verir. Ya hiç acı çekmeden cevap ver ya da acı çekiyorsan hiç cevap verme. Hem acı çekip hem de cevap vermiş olmakla her ikisinden de kaçamamış oluyorsun. Çoğu kişi ikisini de tercih ediyor. Tıpkı Kevin gibi, o da hiçbir şey bilmediğini söyledi.

İlk çiviyi çaktıktan sonra tekrar sordum.

“Şimdi bir şeyler hatırlıyor musun Kevin?”

Kevin kendinden geçtiği gibi, Matyas da kendinden geçmişti. Tüm bu olanlara anlam veremiyor gibiydi. Dikkati dağılmış gibi duruyordu. Kevin konuşmaya çalışıyordu. Ben de Matyas’a bağırdım o sırada.

“Hey, Matyas! Hazır olduğunu söylemiştin. Kendine gel!”

Kevin sonunda bir şeyler söylemişti. Elimde artık Tayfun adında biri ve yeri, Budapeşte’deki sığınaklardan birinin yeri ve Gerold adında birinin daha ismi ve yeri vardı. Bunları araştırma sırasıydı. Belki bu sefer başka birine verebilirim diye düşündüm bu işleri. Kevin de bir süre bizimle kalacaktı.

“Seni bulacaklar Yohan biliyorsun değil mi! Er ya da geç gelecekler. Onları çok kızdırmaya başlıyorsun. İşlerine çok engel oluyorsun. Ve işlerine engel olanları gerçekten sevmezler.”

Kevin’in yanına yaklaştım ve kendimden çok emin bir şekilde konuşuyordum.

“Dokuz sene oldu Kevin. Dokuz senedir beni öldürmeye çalışıyorsunuz. Ama kaçırdığınız noktalar var Kevin. Anlayamadığınız noktalar. Ve şu an geldiğimiz noktada. Saldıramazlar, göze alamazlar. Ama beni kimse bilmiyor Kevin ve bir hayalet olarak hepinizi öldüreceğim. Ve bu saçmalık tamamen bitecek.”

Kevin ile işim bittiğinde Matyas’ı yanıma çağırdım. Korka korka oturdu yanıma. Gözlerini kaçırıyordu sürekli.

“Hazır mıymışsın Matyas?”

“Şey.. ben.. sanırım.. evet.. yani.. bilemiyorum.. tüm olanlar..”

“Kafan karıştı değil mi? Aldığın eğitimle, gördüğün şeyler bambaşka. İşte bu yüzden hazır mısın diye sordum evlat. Bunları herkesin bilmemesi gerekiyor. Hatta kimsenin bilmemesi gerekiyor. Ama bir şekilde onların da yok olması lazım. Yoksa onlar herkesi yok edecekler. Ve onlara karşı acımasız olman gerek Matyas. Onları korkutmazsan üstüne daha da fazla yürüyeceklerdir. Bu işi iyi kavraman gerek Matyas. Sen de o potansiyel olduğunu biliyorum. Seni kendime benzetiyorum. Ve bil ki artık bunlara alışmak zorundasın. Geriye dönüş yok evlat.”

Matyas düşünceli bir halde başını ellerinin arasına aldı ve yere doğru bakıyordu.

“Peki bunun sonu nasıl bitecek?”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder