Salı, Mart 20

*29 - Hırs..

15 Ekim 2003 * İstanbul

Dorotea ile yol boyunca muhabbet ettik. Ve indiğimizde bana tekrar görüşüp görüşemeyeceğimizi sordu.

“Neden olmasın. Ben de size benim koleksiyonumdan özel parçalar getiririm.”

Telefonumun olmadığını söylediğimde garipsedi.

“Peki mail atsam ya da çalıştığın yere de gelebilirim.”

Bunlardan da sonuç alamamıştı tabi. Gülümseyerek yanıma yaklaştı ve cebinden kağıt ve kalem çıkardı.

“Çok tuhaf birisin Adrian. O zaman sana telefon numaramı ve evimin adresini de veriyorum. Bana ulaşabilmen için.”

“Merak etme Dorotea ben seni bulurum. Keyifli bir uçak yolculuğu oldu, görüşmek üzere.”

“İstanbul’un tadını çıkar Adrian. Buranın havası bambaşka gerçekten.”

Bana verdiği kağıtta ise ‘Tanıdığım en garip kişisin Adrian, sakın bana zarar vereyim deme :)’ yazılıydı. Ön tarafı çevirdiğimde ise bir işyeri adresi vardı. Sürekli çizgi romanlardan konuştuğumuz için ne işini sormuştum ne nerede yaşadığını. O da bana sormamıştı. İşyeri Roma’da idi. Bu benim için güzel olmuştu. Roma nasıl olsa gideceğim bir yerdi.

Dorotea’dan ayrıldıktan sonra hemen Barış’ın yanına gittim. Ben oraya vardığımda Barış dışarıda imiş. Kimseye nereye gittiğini söylememiş. Ama çoğu kişi tahmin ediyordu tabi ki Jessica’nın mezarına gittiğini. Geldiğinde beni büyük salonda kitap okurken buldu.

“Hey Yohan! Ben de bu aralar gelmeni bekliyordum. Nasıl her yere saldırdığımızı biliyor musun kardeşim! İrreligioso eskiden bizim de düşmanımızdı ama bizi ele geçirdiklerini düşündüklerinden uğraşmıyorlardı. Ha ha! Ama işte devran döndü. Artık bizden korkmalılar.”

Barış her zaman ki gibi hoş ve heyecanlı karşılamıştı beni. Ben de ona bildiklerimi ve yaptıklarımı anlattım. Gözlerini yukarı kaldırdı ve eliyle de başının arkasını kaşıyarak düşünceli bir şekilde cevap verdi.

“Çok tuhaf! Varşova ve Bükreş düşmemiş yani. O ekibe ben ne yapacağımı biliyorum. Onlara ya oraları ele geçirmelerini ya da ölmelerini söyledim. Çocuk oyuncağı mı sanıyorlar yaptığımız işi!”

Barış’ın o ekibe ne yapacağını sorduğumda onları öldüreceğini söyledi. O anda kafamda bir plan oluşmuştu.

“Bu ekip ne kadar şey biliyor birlik hakkında?”

“Çok fazla şey değil yeni sayılırlar. Niye ki?”

“Çok güzel! Bunları benim halletmeme ne dersin? Planımız çok daha mükemmel bir hale gelecek.”

Barış olayı anlamıştı ve kabul etti.

“Bağlayın bunların hepsini ve zindana atın. Bu vakitten sonra Birlik ile alakaları kalmadı bunların. Ayrıca Yohan’ın esiridirler. Anlaşıldı mı?”

Fedailer de derin bir sessizlik vardı. Barış daha yüksek sesle ve kızgın bir tonda tekrar sordu. Bu sefer herkesten cevabı almıştı Barış.

Birkaç gün orada hem dinlenip hem de plan üstünde ki ayrıntıları iyileştirdikten sonra Budapeşte’ye dönüş yolu gözükmüştü.

19 Ekim 2003 * Budapeşte

Buda Kalesi’nin altındaki yeni yerimize ilk defa geliyordum. Ve gerçekten hayran kalmıştım. İnsana huzur veren bir sadelik ve kullanımımız açısından da çok rahat bir ortam hazırlanmıştı. Eğitim yerleri, geniş salonlar, küçük büyük odalar. Kapıdan girdiğim gibi kocaman yuvarlak bir hol karşılıyordu beni ve bu en büyük salon kabul ediliyordu. Buraya da Hylar ve Harm için bir anıt yapılmasını istediğimi söyledim. Çok abartı bir şey olmamasını ve salonun genel yapısını da bozmamasını istediğimi söyledim. Onlar benim için her şeyden değerliydiler. Ve gerçek değerlerini öğrendiğim gün ölmüşlerdi. Hem de benim hırsım yüzünden. Tecrübe.. Acıyla işleniyor hayatımıza.

Her zaman olduğu gibi yine Emre ilk karşılayan olmuştu beni.

“Hoş geldin Üstad. Biz de yeni tamamladık sayılır burayı. Yaklaşık bir haftadır da eğitime devam ediyoruz. Ama şu an çok az kişi var.”

Uzun zamandır ortada olmadığım için meraklandığı belliydi ama sormaması gerektiğini de biliyordu. Emre gerçekten benden sonra gelmesi gereken ilk kişiydi gözümde.

“Merak etme Emre, yakında buraların dolup taştığını göreceksin. Hatta yetmeyecek ve başka şehirlere başka ülkelere taşacağız.”

Şu an onlara hayal gibi geliyordu söylediklerimin hepsi doğal olarak. Ama zamanla anlayacaklardı.

Eğitim alanları kontrol ettikten sonra Emre’ye diğerlerini de alıp salona gelmesini söyledim. Hepsiyle konuşup genel olarak bilgileri aldıktan sonra artık her ayın 19’unda toplantı yapacağımızı söyledim.

“Şimdilik size verdiğim görevleri devam ettirin. Kiliselerde bulunun, dernekler açın ve insanlara yakın olmaya çalışın. Özellikle Lisa bu işi üstlenecek ama sizler de ona yardımcı olun.”

Birkaç şey daha söyleyip konuşmayı bitirdikten sonra odama çekilmiştim. O sırada Lisa da geldi. Anında üstüme atlayıp sarıldı bana.

“Neredeydin Muet? Ne kadar zamandır yoksun ortada? Başına bir şey gelse hiç haberimiz olmayacak? Neyse buradasın en azından. Ee neler yaptın anlat bakalım? Kaç kızla beraberdin acaba? Koca imparator olduğunu söylersin bir de. Benden kaçamazsın ama dönüp dolaşıp geldin yine yanıma Muet.”

Bu heyecanlı ve komik tavırları gerçekten güldürüyordu beni. İşte yine sonsuz güvenimin oluştuğu anlardan biriydi. Onunla sonsuza kadar yaşayabilirim diyordum kendi kendime.

“Ya ne demezsin! Bazılarının yüzünü bile göremedim. Neyse, arkadaş ziyaretleri, görevler, işler bilirsin işte. Yoğundum baya. Siz neler yaptınız bakalım? Başladınız mı etrafa yayılmaya? Ayrıca çok güzel olmuş buralar.”

Sonra saatlerce bana neler yaptıklarını anlattı. Her şey iyi gidiyordu anlattığına göre. Ama bir süre sonra yorgunluk çok fena çökmüştü üzerime. Lisa da bunu fark etmişti. Kafamı yastığa koydum Lisa da sarılmıştı bana. Ama aklımda sürekli Hylar ve Harm vardı. Ağlıyordum ama tutmaya çalışıyordum kendimi. Yanımda olmaları bile güven sebebiydi. Hırs.. her şeyi mahvetmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder