Pazar, Mart 25

*30 - Stone ve Gerçek

25 Ekim 2003 * Budapeşte

Yaklaşık bir haftadır buradayım ve eğitimlerin çoğuna katıldım. Andrew, Emre, Hywl ve Joseph hepsi gerçekten çok iyi çalışıyorlar. Öğretmenliği iyi yapıyorlar. Sadece savaş veya suikast için eğitmiyoruz onları. Andrew’in tarih ve edebiyat bilgisinden, Joseph’in felsefesinden, Emre ve Hywl’ın da fen ve matematik bilgisinden ders alıyorlardı.

Öğleden az önce saat on bir civarında iken yine derslere katılmıştım. Hywl zehirlerden bahsediyordu. Hywl’ın anlatış tarzıyla öğrenciler pür dikkat dinliyorlardı.

“İşte bu tip zehirleri daha derine göndermelisiniz ki işe yarasın. Eğer yüzeyde kalırsa bu sizin sonunuz demektir. Evet belki bir iğne saplamış olacaksınız ama bu ancak karşıdakinin sizi fark etmesi demek. Evet! Şimdi de uygulama vakti!”

Bazıları -hatta çoğu- ilk defa atış yapacaklardı ve heyecanları apaçık belli oluyordu. Tabi bir mermi atmakla iğne atmak arasında çok fark var. Normal bir silaha göre hedef tutturmak çok daha zor ama atış yapmak çok daha kolay. Bu silahı çok rahat bir şekilde kullanmak mümkün ama istediğiniz yeri tutturmak için çok çabalamak gerekir. İğnenin ucu tam istenilen noktaya gitmeli.

Öğrencileri uygulamada da biraz izledikten sonra Emre’ye biraz gezinmek istediğimi ve onun da benle gelmesini istediğimi söyledim.

“Ne demek Üstat senden bir şeyler öğrenmek her zaman isteğimdir.”

Böyle idi işte Emre. Her zaman mütevazı ve saygılı davranırdı. Budapeşte’de Tuna nehri kıyısı boyunca yürümeye başladık. Sonra kıyı üstündeki restoranlardan birine girdik. Siparişlerimizi verdikten sonra yemekleri beklerken cebimden çıkardığım şeyi masaya koydum.

“Geçen hafta toplantıda herkesin içinde sormak istemedim Emre. Ama açıkçası bu çizgi romanı kimin hazırladığını çok merak ediyorum. Şuna bak neredeyse yaptığım her şey var burada. İşin garip tarafı kimse bilmiyor bunların gerçek olduğunu.”

Emre çizgi romanı inceliyordu. Yüzünde bir gülümseme oluştu.

“Ama size pek benzememiş bu Üstat.”

Sayfaları çevirmeye devam ediyordu. Ve bir yerde daha durup bana çevirdi sayfayı.

“Burası da bizi ilk topladığınız zaman Üstat. O zaman gerçekten korkuyorduk hepimiz sizden. Vay be.. Diego, Samir.. hepsi öldüler. Sadece dört kişi kaldık Üstat.”

Gerçekten bu kadar ayrıntılı olması şaşırtıcıydı. Birinin yaptıklarımızı anlattığı kesindi.

“Bunu kim haber veriyor Emre bir bilgin var mı? Bu kadar ayrıntılı olması için aramızda olması lazım. Sizi ilk topladığım gün bile var yani.”

Emre suçlu ben değilim tarzında savunmaya geçti.

“Gerçekten ben değilim Üstat. Sana böyle bir şeyi asla yapmam. Ama araştırabilirim kimin yapmış olabileceğini.”

Şimdi zor kısım başlıyordu. Kime sorsam aynı cevabı verecekti. Ve hangisinin yalan söylediğini çözmek de zor olacaktı. Hepsi benim kardeşim gibiydi. Ona güvendiğimi söyledim ama şüpheliydim tabi ki içten içe.

Ayrıldık restorandan ve merkeze doğru yürüyerek gidiyorduk. Emre şüphemden ötürü tedirgin görünüyordu ve konuşmaya da pek cesaret edemiyordu kızacağımı düşünerek.

“Bir gün gelecek Emre burayı terk etmek zorunda kalacağız. Sırf bize ihanet eden kişi yüzünden. Yaptığımız her şey yıkılıp gidecek. Ama o kişinin kim olduğunu bilmiyorum Emre. Umarım sen değilsindir.”

Emre bir anda köprüye çıktı. Yüzünü bana döndü.

“Bırak de bırakayım kendimi Üstat. Eğer bunu yapanın ben olduğunu düşünüyorsan kendimi öldürmeye hazırım. Ama ben yapmadım Üstat. Ve her kim yaptıysa sonuna kadar araştırıp bulacağım.”

Gerçekten ilginç bir tepkiydi. Emre’nin bu kadar içten davrandığını hiç görmemiştim. Hemen aşağı inip yanıma gelmesini söyledim.

“Senin olmadığını biliyorum Emre. Ama bana hak vermelisin şu an herkese şüpheyle bakıyorum mecburen. Bulana kadar da hepinize eşit yaklaşmalıyım. Hislerine güven Emre ama mantığını da unutma. Eğer ben içimden geçen birini direk suçlasam veya herhangi birini direk temiz göstersem ve sonra tam tersi çıksa. Bir daha bu düzeni göremeyiz.”

“Haklısın Üstat. Benim olmadığım çıkacak yakında. Söz veriyorum.”

Bir süre sonra merkeze varmıştık. Emre’ye normal davranmasını ve bu konuşmalardan bahsetmemesini söyledim. Sonra odama geçtim ve Lisa kitap okuyordu. Kitabına devam ederken bir yandan da benle konuşuyordu.

“Hoş geldin hayatım. Nasıl geçti günün?”

“Yanıma gelsene bir şey göstereceğim.”

“Kitap okuyorum Yohan, daha sonra lütfen.”

Zar zor kaldırdım kitabının başından. Eskiden hiç kitap okumayan Lisa son zamanlarda çok sarmıştı kitaplara –verdiğim işin üstesinden gelebilmek için olsa gerek-. Yanıma geldi ve ona da çizgi romanı gösterdim. Önce biraz şaşırdı ve sonra gülmeye başladı.

“Gerçekten inanılmaz! Sen mi yaptırdın bunu Muet?”

“Hayır tabi ki de kimin yaptığını arıyorum ben de. Ama hoşuma gitmedi de değil yani. Bir efsane gibi anlatılmışım.”

Lisa hayran hayran sayfaları çeviriyordu. Hoşuna gitmişti belli ki. Daha sonra ona hazırlanmam gerektiğini birazdan Roma’ya gideceğimi söyledim.

“Yine mi gidiyorsun? Çok yalnız bırakıyorsun buraları ve daha önemlisi de beni.”

“Merak etme öğrencilerime güveniyorum. Onlar üstesinden gelebilirler. Hem artık tamamen çekildik sadece yararlı işler yapıyoruz. Kiliseler, yardım kuruluşları gibi şeylerden ne zarar gelebilir ki? Yakında ünlü olacaksın. İnsanlar böyle şeyleri merak ederler.”

“Evet öyle bir şey olacağı kesin o yüzden özellikle tarih bilgimi geliştirmeye çalışıyorum. Neyse bu sefer çok uzun sürmesin. Özlüyorum seni Muet.”

Bir şey diyemedim. Sarıldım ve öptüm Lisa’yı. Sonra diğerleriyle de görüşüp merkezden ayrıldım.

***
26 Ekim 2003 * Roma

Bu çizgi roman işi kafamı çok kurcalamıştı. Ve bunu araştırmak için Roma’ya Stone’un yanına gelmiştim. Stone bir bilgisayarcı da çalışıyordu. Yanına geldiğimde hemen sarıldı bana.

“Hoş geldin kardeşim! Hangi rüzgar attı seni buraya? Ben de işimi bitirmek üzereydim.”

Üstünü başını giyindikten sonra yardımcısına seslendi.

“Ben çıkıyorum Federico, dört numarayı bitirmeyi unutma yarın teslim edilmesi gerekiyor.”

Sonra bana döndü.

“Ee nasılsın dostum? Roma hasretine dayanamadın galiba. Yakında bir kafe var güzel bir yer. Orada oturur konuşuruz.”

Kafeye geldiğimizde biraz genel muhabbet ettikten sonra esas konumuza geldim.

“Stone bilirsin ben çok insan içine çıkmayı sevmiyorum o yüzden pek haberim olmuyor dünyadaki gelişmelerden. Ama geçen gün bir çizgi romana rastladım Yohan ile ilgili.”

Daha konuşmamı bitirmeden kendisi söze başladı.

“Evet, evet bizimkilerin yaptığı bir şey o. Mantığını çok da anlamış değilim ama iyi para kazanıyorlar oradan. Gerçi biraz bizi aşağılıyor ama olsun sonu Yohan için iyi olmayacak diyebilirim.”
“Demek biz yapıyoruz bunu. Kim yazıyormuş ki hikayeyi acaba?”

“Aslında senin hatırlayabileceğin biri. Hani onun yüzünden dayak yediğin bir kız vardı ya. Onun Yohan’ın yanına gönderildiğini biliyorum.”

O anda etrafımdaki herkesi öldürmek geçiyordu aklımdan. Diyecek hiçbir şey bulamıyordum. Sebep neydi? Neden yaptın bunu Lisa?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder