Çarşamba, Ekim 26

*16 - Spes mea in deo est!

Sophie gerçeği söylüyor gibi görünüyordu. Ama nasıl olabilirdi? O kadar zehir ve kalbine sapladığım hançer.. Hem doğru olmasını istiyordum hem de doğru olamayacağını biliyordum. Sonra Sophie’nin o hali biraz daha sakinleşmeme yardımcı oldu. Yakasını bırakıp pencereye doğru yöneldim. Bir seneden fazladır dışarıyı görmüyordum. Prag.. ikinci doğum yerim. Sophie’den anlatmasını istedim, eğer Lisa ise inandırmasını istedim.

“Her şeyi anlatabilirim Yohan ben Lisa’yım. Anılarımızı anlatabilirim, eğitim dönemimizi ve beraber geçirdiğimiz zamanları anlatabilirim. Mesela hatırlar mısın bizi köz üstünde yürütürlerdi. Bir keresinde yan yanaydık ve sana nasıl dayandığını sormuştum. Sen ise “Spes mea in deo est” diye sayıklayıp duruyordun. Sonra aynısını o kayalıklarda da söyledin, silah kullanmakta çok kötüydün Yohan herkes senle dalga geçiyordu ve yine o kayalıklara gitmiştin tek başına. Yanına geldiğimde sana bir sürü şey anlatmıştım ve her zamanki gibi konuşmuyordun. Ne olduğunu sorduğumda yine bunu demiştin “Umudum Tanrı’da!”. Sonra sana hazırladığımız doğum günü vardı. Ve tabi bir de dayak yemiştik birbirimizin gözü önünde. Orada da dudaklarını okumuştum Yohan dayak yerken de aynı şeyi söylüyordun. O zamanlar iyi ki kimseye söylememişim. Seni yaşatmazlardı Yohan. Tanrı’ya inanmak gerçekten büyük bir hatadır irreligioso’da.”

Anlattığı şeylerin bir kısmını hatırladım, bir kısmını hatırlayamadım. Doğru şeyler söylüyordu. Aklım almıyordu. Bir yanım inanmak isterken bir yanım gerçek olamaz diyordu. Gerçek olamaz ağır basmıştı. Hem sinirliydim hem her an ağlayabilirdim. Sesimi kontrol etmeye çalışıyordum.

“Bunları nereden öğrendiğini bilmiyorum Sophie ama sen Lisa olamazsın. O gün öldürdüm onu. Kurtulması mümkün değil.”

Lisa biraz daha yaklaştı bana.

“Panzehirler Yohan. Verdiğin panzehirler, zehrin etkisini yok etmiş. Hançeri ise tam saplayamamışsın. Sen ayrıldıktan sonra Karl gelmiş ve beni kurtarmış. Kendime geldiğimde ona bana yardım etmesi gerektiğini söyledim. Kaçacaktım ve benim öldüğümü söyleyecekti irreligioso’dakilere. Şu an beni öldü sanıyorlar Yohan. Yaşadığımı sadece sen biliyorsun.”

Hala inanmıyordum Sophie’ye. Hançeri sapladığımı hatırladığımı söyledim. Nabzının atmadığını hatırladığımı söyledim. Herkesi öldürdükten sonra ayrıldığımı söyledim.

“Hayır Yohan, hafızan ayrıntıları unutmuş. Ne nabzımı kontrol ettin ne de hançeri sapladın. İyi hatırla Yohan, hançeri saplayacaktın ama yavaş hareket ediyordun. Hatta biraz yaralamıştın bile, sonra kapı açıldı ve sana ateş edildi. Yere yığıldın Yohan.”

Şimdi hatırlamıştım olanları. İnanamıyordum. Lisa olduğunu kabul etmiştim ama kafam çok karışıktı. Emin olamıyordum. Ve şok halindeydim. Hani umutsuzca bir yarışın içine girersiniz de her şey bittiğinde size kazandığınızı söylerler. Kazandığınız kesindir ama inanmazsınız, inanamazsınız. Bir süre sonra alışırsınız duruma. İşte şimdi o haldeydim.

“Lisa ya da Sophie, ben ne diyeceğimi bilemiyorum. Biraz zaman ver bana. Gerçekten Lisa olabileceğini aklım almıyor. Kusura bakma, biliyorum ve kabul ediyorum Lisa olduğunu ama sadece şaşırdım ve şoktayım. Yani..”

Gerisini getirememiştim. Lisa’nın yüzünde ise korku ve sevinç bir aradaydı. Yaşıyor olduğum için mutluydu. Ama eski Yohan olmadığım için korkuyordu.

Duş almak için banyoya girdim. Aynaya baktığımda çok garip hissettim kendimi. “Sanki 40 yaşındayım” dedim. Saçlarım da çok fazla beyazlık vardı. Ayrıca sağ kaşımla kulak kepçem arasında mermiden dolayı kalan bir iz vardı. Yüzüm ve vücudum daha kötüydü. Sanki her yerim yara içindeydi. Buna alışmalıydım, bu bir savaştı. Büyük bir savaş.

Duştan çıktığımda Lisa yemek hazırlamıştı. Duş almak beni sakinleştirmişti. Tavuk kavurma yapmıştı ve üstüne hafif limon sıkmıştı. Lisa olduğuna iyice inanmaya başlıyordum. Limon sıktığımı sadece ona söylemiştim. Yemekte yine o konuşuyordu sürekli. Sadece dinliyordum ve nadiren konuşuyordum. Evet, şimdi kendimi gerçekten Lisa ile beraber hissetmiştim. Heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyordu yine. Açıkçası doğru düzgün dinlemiyordum. Bir anda ağzımdan çıkıvermişti.

“Te amo Lisa”

Bir anda donup kalmıştı. Önce anlam veremedi sonra yüzü kızardı ve başını aşağı doğru eğdi. “Ben de seni seviyorum Yohan” dedi. Gülmeye başlamıştım. Meraklı meraklı soruyordu.

“Ne var? Neye gülüyorsun?”

Cevap vermiyordum ve bu onu daha da meraklı yapıyordu. Ve beni daha da güldürüyordu.

“Çok gıcıksın Muet!” dedi ve ayrıldı masadan. Ben de peşinden gittim ve sadece onu hatırladığımı söyledim. O sırada yastığımın altındaki listeyi fark ettim. Listeyi fark etmem aslında her şeyi fark etmemi sağlamıştı. İrreligioso’yu yok etmeliydim. Ve artık Hylar ile Harm da yoktu. Tek başımaydım. Ve Lisa’ya kalbim güvenirken beynim güvenmiyordu.

Listeyi inceliyordum ve tamamen değişmişti. Lisa sanki benim listeyi incelememle ilgilenmiyormuş gibi başka şeylerle oyalanıyordu. Sormamı bekliyordu ama emin değildim. Sonra daha iyi bir çözüm olmadığını düşündüm.

“Hylar ile Harm öldü demiştin Lisa. Bu liste ise tamamen değişmiş ve çok ayrıntılı. Bir bilgin var mı?”

Lisa anında cevap verdi, sesinden yardım etmek istediği anlaşılıyordu.

“Biliyorsun Yohan, ben onlardan biriydim. Her şeylerini biliyorum. Sana yardım edebilirim ama bana güveniyor musun?”

Bazen sizi kararsızlığa sürükleyen veya düşünmeye sevk eden ya da hayatınızı değiştirecek şeyler çok büyük olaylar olmaz. Bu onlardan biriydi işte aslı arası ufak bir soru. Lisa’ya sarıldım ve alnından öptüm.

“Spes mea in deo est, Lisa.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder