Perşembe, Eylül 1

*2 - Karmaşık

Herkes küçüklüğünü hatırlar mı bilmiyorum ama ben hatırlıyorum. Akranlarıma göre daha uzundum ve daha iri. Saçlarımı hep sıfıra vururdum, hala öyle yaparım beni rahatsız ederler. Kaldığımız yerde bize sabrı öğrettiler. Çok konuşulmuyordu, gereksiz konuşulmuyordu. Hep bir şeyler öğrenmeye çalışıyorduk. Bomba yapmayı öğrenmek, bitkilerden zehir yapmayı öğrenmek, atış teknikleri, zor şartlarda yaşam, anatomi ve birçok bilgi. Henüz küçükken ve beynimiz tazeyken bunları öğrenmeye başladık. Şimdi hepsinin faydasını görüyorum.
Biz o kalabalıktayken bile, bize gizli kalmayı öğrettiler. Kimse birbirini bilmiyordu. Bu sayede eğitimi tamamlayanlar birbirini tanımamış oluyordu. İlk işleri hep hocalarımız verirdi. Sonrası gelirdi zaten. Kısa bir süre önce ben de eğitim vermeye başladım. Anladım ki sadece ben de değil buraya getirilen herkeste aynı şeyler oluyor; ilk suikast hep en zorudur. Sonrakileri düşünmezsin, artık su içmek gibi bir şeydir bu. Ölüm; kimsenin hayal edemeyeceği kadar yakın. Bana çoğu kişi “Muet” derdi. Herkese bir lakap bulurlar, benimki de buydu. Konuşmamam bana bu lakabı almama sebep olmuştu. Eğitimimizi Hollanda’da almıştık ancak bitirince herkes serbesttir. Ben Paris’i seçmiştim. Nedenini bilmiyorum ama bir şey beni hep buraya çekerdi. Sebebini şimdi anlamıştım.
Öldürdüğüm adam yerde yatıyordu, boğazı delik deşik olmuştu. Elimde tuttuğum fotoğrafı inceliyordum. Ben de fotoğrafın içindeydim. Galiba dört veya beş yaşındayım. Yanımda şu an öldürdüğüm kişi de var ve birkaç kişi daha, onların kim olduğunu bilmiyordum. Kafamda sürekli sorular dönüyordu. Benim bir hatıram olduğunu bilmiyordum. Bu acı vericiydi.
Bu sırada adam bir şeyler sayıklayıp duruyordu. Yanına yaklaştım ve anladığım kadarıyla kelimeleri not ettim: Nomen ve tergum. Diğerlerini anlamadım ama anlamaya da zamanım yoktu. Polisler geliyordu. Fotoğrafı hemen cebime koyup pencereden, çatıya çıktım. Bunu hep yaparım, en başta kimsenin aklına gelmez. Ve biraz olsun sakin kafayla düşünebilirim. Yine öyle yaptım, aşağıda birkaç polis ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Zehir en önemli rolü oynar hep, ilk başta suikast olduğu anlaşılmaz. Zehir vücudun dışını korur, içini yer. Bunun olduğunu anlamak için en az üç gün gerekir. Üç gün de benim için yeterli bir süredir. İzim tamamen kaybolur.
Çatıdan bir süre sonra ayrıldım, sakinlik en önemli olaydır. Kimse görmeden uzaklaştım ve eve girip yatağıma uzandım. Hemen fotoğrafı cebimden çıkardım. Hala inceliyordum resmi ve neden onlarla birlikte olduğumu düşünüyordum. Daha önceden Paris’teymişim. Sonra ne oldu acaba? Kendimi bu kadar boş hissetmemiştim. Aklıma hiçbir şey gelmiyordu ve bu beni çıldırtıyordu. Saatler sonra telefonu fark ettim. Defalarca aranmıştım. Umurumda değil, bugün iş yok dedim. Sonra aklıma adamın dediği kelimeler geldi, bunlar Latinceydi. Niye Latince konuştu anlamış değilim. Anlamları “isim ve arka” idi. Fotoğrafın arkasını çevirmek hiç aklıma gelmemişti. Hemen çevirdim arkasını ancak hiçbir şey göremedim. Defalarca baktım ancak göremedim, hiçbir anlam ifade etmiyormuş dedim. Sinirlerim bozulmuştu. Bir anda aklıma kimin söylediğini hatırlamadığım bir söz geldi: “Hayat hep karmaşıktır, algılamak için beklemek gerekir.” Belki kelimelerde öyleydi ve duyduğumu sandığım şeyleri araştırmaya başladım. İki kelime daha bulmuştum “Yohan ve Lychinus”. İşte bu dedim ve tekrar aldım elime fotoğrafı. Doğru bulmuştum ve fotoğraftaki şeyler beni daha da meraklandırmıştı. Artık sadece peşinden gitmek kalmıştı. Hem üzgündüm, hem sevinçli.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder