Çarşamba, Eylül 7

*4 - Rüya

“Sen de kimsin?” evet, ağzımdan çıkan tek cümle bu olabilmişti. Kadın fotoğrafı cebine koydu ve bunu burada konuşamayacağımızı söyledi. Kulağıma eğildi ve sessizce “Hylar Mono” dedi.

İsmini söylediği anda hatırladım, bu fotoğraftaki kadındı. Nasıl tanıyamadım yüzünü diye kendime kızdım. Hayatımın en zor anlarından biriydi. Beni tanıyan birileri vardı. Mona Lisa gibiydim; üzülsem mi sevinsem mi bilemiyordum. Salak bir ifade oluşmuştu herhalde yüzümde. Kendisini takip etmemi söyledi. Nereye gidiyoruz diye her sorduğumda aynı cevabı alıyordum: geçmişine!
Önceleri dalga geçtiğini sanıyordum ama iş gittikçe ciddileşiyordu. Evime yaklaşıyorduk ve ben bundan hoşlanmamıştım. Evime gelmeden bir önceki sokakta kadını durdurdum ve nereye gittiğimizi sordum. “Bana güven, iyi gelecek.” dedi. Sonra elini kaldırdı ve omzuma koydu.

Aniden uyandım ve etrafıma göz gezdirdim. Benim evimdeydik, içeride birkaç kişi daha vardı. Elini omzuma koyduğunda uyuşturmuş olmalı diye düşündüm. Evimi biliyorlardı, tamamen tepkisiz duruyordum. Tıpkı bize öğrettikleri gibi, tehlikede isen hiçbir şey belli etmemelisin. Ben de öyle yapıyor ve sadece gözetliyordum. Hylar tam karşımda idi, beyaz bir elbise giymiş, sağ tarafı hafif kabarık ve orada bir hançer olduğuna eminim ancak benim gibiler görebilir. Sonra hepsinin gizli hançerleri olduğunu fark ettim. Fotoğrafta gördüğüm Marono aralarında değildi. Bunlar başka birileri, ne istiyorlardı benden. Bunları düşünürken bir yandan silahlarımı arıyordum, hiçbiri yanımda değildi. Hepsini toplamışlar. Bu sırada biri konuştu, sol taraftan geliyordu ses. Bu adamı fark etmemiştim. Kendini biraz daha öne çıkardı ve ben yine şoktaydım.

Ne zaman bir kadınla buluşsam, konuşsam, âşık olsam veya herhangi bir şey yapsam hep kötü oluyordu sonu. Bunlar da kim ne arıyorlar evimde, ne arıyorlar bende, beni nereden tanıyorlar ve papanın burada ne işi var? Hiç bu kadar bocalamamıştım, gerçekten dibe vurmuş durumdaydım. Silahlarım yok, kıyafetlerim yok, kafam allak bullak ve karar veremiyordum. Papa II. Jean Paul konuşmaya devam etti “Evlat, hepimiz hayatta yalnız olduğumuzu sanırız. Oysa Tanrı bizi koruyacak şeyleri hep gönderir. Yeter ki O’na sadık ol. Sen çok önemli bir kişisin ve farkında olmasan da bugüne kadar seni hep biz yetiştirdik. Bildiklerini biz öğrettik. Bizim gücümüz gittikçe zayıflıyor, ancak sen bunu tersine çevirebilirsin.” Ne diyordu hiçbir şey anlamamıştım. “Ne önemi ne gücü, ben sadece suikastçıyım ve işimde iyiyim hepsi bu!” diye bağırmıştım.

Hylar araya girdi “O isimler üstünde hiç düşündün mü Yohan? Ne anlama geldiklerini biliyor musun? Yohan Lorm daha önce hiç verilmemişti, sen ilksin. Ben 12. Hylar’ım. Burada gördüğün diğer kişiler ile papayı da sayarsak altı kişiyiz. Evet, sadece altı kişi kaldı ölümden kurtulabilen. Her yerde peşimizdeler ama seni bilmiyorlar Yohan. Sen onları alt edebilirsin, soyumuzun ve imparatorluğun devam etmesi için.”

İsimler üstünde düşünmeye vaktim olmamıştı, şu an düşünecek durumda da değildim. Ne imparatorluğu ne soyundan bahsediyordu bu kadın. Tekrar konuşmaya başladı, ben yorulmaya başlamıştım çünkü o anlattıkça benim kafamda binlerce soru oluşuyordu. “İsimlerimiz hep ‘Holy Roman’ kelimelerinden türetilir. Bizler Kutsal Roma İmparatorluğu’nun günümüzdeki devamıyız. 1806’dan beri yani 195 senedir gittikçe zayıfladık. Ve şimdi bu durumdayız. Hepsini ‘Irreligioso’ yaptı. Onlar; dine karşı bir topluluk. Bizim ve papanın gücünün azalması için durmadan çalıştılar. Seni biz yetiştiremezdik. O yüzden onların arasına göndermeliydik, daha önceden gönderdiğimiz biri seni olabildiğince korumaya çalıştı. Diğerlerinden farklı şeyler öğretti. Bu yüzden daha iyisin. Bizleri er ya da geç bulacaklar Yohan, biz ölene kadar bizi takip et. Listenin dışına çıkma ve eğer ölürsek listeyi takip et.”

Hani bazen rüyaları gerçek sanırsınız ve uyandığınızda içinizde tuhaf bir his olur. Az önceki mi rüyaydı yoksa şimdi mi rüyadayım diye düşünürsünüz. Bazen bu gerçek hayatta olur. İşte o anlardan biriydi. Hylar yanımda diz çökmüş ve eli elimde, karşımda Papa duruyor, daha gerilerinde üç tane tanımadığım adam. Biri çok uzun, diğeri benle aynı boyda gibi. Ayaklarımın üşüdüğünü hissediyorum. Yıllar önce aldığım tabloyu görüyorum yerde, ortada bir nehir var, nehrin üstünde bir köprü ve köprü de bir adam, bir tarafta Paris var bir tarafta Roma.

Peki; yaşadıklarım gerçek miydi? Yoksa rüyada mıydım?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder